28 Ekim 2012 Pazar

9. Hafta Trabzonspor - Bursaspor Maçı

Sonda yazacağımı baştan yazayım : Yasin'in golü  nizamiydi. Bamba arkasından gelen Musa'yı görmeden ayağını uzattı. Hakem pozisyonu doğru değerlendiremedi. Tehlikeli hareket kararına sebep olabilecek bir pozisyon değildi. 

Bunun dışında, Trabzonspor maçı kazanmayı pek istemedi. Bursaspor, takım olarak ne yaptığını ve ne istediğini bilen takım görüntüsündeydi. 

Maçtan önceki söylemlere göre, Trabzonspor ilk kez 2 forvet olarak sahaya çıktı diyebiliriz ancak Halil'in bir forvet olarak oynadığını söyleyemeyiz. Halil oyunda kaldığı sürece, hep oyunun içinde vardı. Mücadele yönü yüksekti, ortasahadan top gelmeyince geriye gelip atak geliştirmeye, top taşımaya, sorumluluk almaya çalıştı. Ancak, bunların hepsi sahaya kaptan olarak çıkan Halil'in yetenekleri arasında yer almıyor. 

Ortasahaya gelince, kenarlardan Olcan ve Yasin, ortadan Sapara pozisyon yaratacak verimlilikten uzaktılar. 

Sol kanatta, Olcan'ın daha etkili olmasını bekledim. İlk yarıda arkasındaki Emerson'dan oldukça iyi destek aldı. Emerson hem defansif anlamda çok top kesti ve kazandı, hem de bu kazandığı topları genelde iyi değerlendirdi.

Sağ kanat ise, Yasin ve Zeki ikilisi ile biraz daha etkili göründü. Özellikle, Zeki ileri çıkışları ile, sorumluluk alması ile, etkili olmaya aday ortaları ile Trabzonspor'daki en etkili oyunculardan biri oldu. Zeki'yi tebrik etmek lazım. Formasının hakkını veriyor. 

Mücadele eden kanatlar ise, ortaya akıl koymayı beceremedi. Janko gibi bir santrafor ile oynarken, çizgiye inmeniz, yüksek toplar yapmanız, kenarları daha iyi kullanmanız gerekirdi. Ancak Bursaspor stoperlerinde eriyen birkaç orta dışında, yapılan ortalar, kullanılan kornerler genelde alçak, isabetsiz toplardı. Böylece tüm avantajı rakip stoperlere verdiler. Bu şekilde oynanacak oyun Janko'ya göre değil. 

İlk yarı istatistiklerine bakınca, sahada olmayan iki oyuncu vardı : Janko ve Zokora. Janko ilk yarıda defanstan çıkardığı üç kafa topunda göründü en azından. Ancak Trabzonspor'un oyun anlayışının yanlışlığı içinde kayboldu. Zokora ise ilk yarı bir iki kestiği top dışında yoktu. Ben şahsen istatistiklere bakınca, ikinci yarıya Zokora yerine Soner'le başlardım.

İkinci yarı Trabzon'dan daha hareketli bir oyun beklerken aynı oyun devam etti. 62. dakikada golü yedikten sonra hareketlenir gibi görünseler de, buna sebep Bursaspor'un istemsiz geriye çekilmesi sebep oldu.  Zokora ileri çıkarken topu kullanabileceği en kötü şekilde kullanarak golün asistini yaptı. Gol ise, Trabzonspor'un defansif anlamda konsantrasyon eksikliği yaşadığı, hatta ciddiyetsiz kaldığı tek pozisyondu sanırım. Özellikle Emerson'un bu golde büyük hatası ve ciddiyetsizliği olduğunu düşünüyorum. Bu oyuncu ikinci yarı oyundan inanılmaz bir düşüş yaşadı ve engelleyebileceği bir şutun gol olmasına sebep oldu. 

75. dakikadan sonra yüksek toplarla oynamaya başladı Trabzonspor. Emre Güral'ın girmesi, Bamba'nın ileriye çıkması ile bu toplara ilk müdahalede başarılı oldular ve bir kısmında tehlike de yarattılar. Buna rağmen Carson'un önemli bir kurtarışı olmadı denebilir. 

Bursaspor ise kesinlikle haklı bir galibiyet aldı. Golü ilk yarıda da bulabilirlerdi. Onur'un kurtarışlarına takıldılar. Orta sahada, Belushi ve N'Diaye ikilisi Trabzonspor ortasahasına oynama imkanı vermedi ve kazandıkları topları Batalla ile buluşturarak tehlike yaratmaya çalıştılar. Nitekim gol de bu şekilde oldu. 

Golde Batalla'nın vuruşuna ayrıca değinmek lazım. O açıdan başka herhangi bir noktaya vursa, Onur yine topu çıkarabilecek noktada duruyordu. Attığı nokta herhangi bir kalecinin uzanamayacağı nokta. Golü alkışlamak ve Batalla'nın hakkını vermek gerekiyor. 

Yalnız, Bursa'nın hücumda Batalla'nın performansına bağlı bir görünümü var, gününde olmadığı zaman pozisyon bulmakta zorlanabilirler. 

Sonuç olarak Bursaspor, hakemin oyuna etkisiyle de olsa, hakettiği bir galibiyet aldı. Taktik olarak istediğini yapan takımdı. Trabzon'daki ilk galibiyetlerini almak üzere geldiklerini gösterdiler ve bunu da başardılar. 

Trabzonspor ise, ortasahadaki problemini çözemediği sürece daha çok sıkıntı yaşayacağa benziyor. Forvetine göre oynamayı beceremeyen bir ortasaha ile işleri çok zor. Bugün hem fiziksel, hem yaratıcılık olarak eksik kaldılar. Colman'ın eksikliği daha önce pek hissedilmemişti ama bugün Sapara'nın yerinde olsa daha iyi olabilirdi. Ortadan ara pas denemeyen, kenarlara inemeyen bir takımın pozisyon bulamaması kadar doğal birşey olamaz. Trabzonspor zor gol yiyor evet, ama aynı şekilde çok zor da gol yiyor. Trabzonspor'un bence oynaması gereken sistem 4-4-2. Ortasahadaki problemini çözüp, forvetine göre oynamayı öğrenmeli.

Romanya maçından sonra Volkan'ın hatalı yediği golden sonra yaptığım yoruma benzer bir yorumla bitireceğim : Evet hakem hatalı bir karar verdi ve Trabzonspor'un golünü vermedi. Ama beyler, bu gol Trabzonspor'a galibiyeti getirmeyecekti zaten. Buraya odaklanalım.

Bu arada Bursaspor Başkanı Recep Yazıcı'nın rahatsızlandığı haberini veriyor TV şimdi. Allahtan önemli bir durum söz konusu değilmiş. Kendilerine geçmiş olsun dileklerimizi de iletelim. 







Bu Kafa Ne Kafası ?

Blog yazmaya başlarken, buranın Trabzonspor'la ilgili olmasını düşünmüştüm. Ancak sporla ilgili başka konularda da söyleyecek o kadar çok şey var ki, bahsetmeden geçemeyeceğim.

Bugün sabah gazeteye bakarken dikkatimi çeken haber :  Tanya'nın Dizi Döndü .
Böyle bir haber başlığını görünce Tanya'nın çok önemli bir sporcu olduğunu ve hepimizin tanıması gereken biri olduğunu düşünürsünüz. Kim olduğunu tanımadığım için - bilmemek değil, öğrenmemek ayıp sonuçta - haberin detayını okudum.

Tanya Sabkova, Bayanlar Voleybol 1. Ligi'nde yer alan Beşiktaş takımının bir oyuncusu. Haber, Tanya'nın kim olduğundan ziyade yaşananlarla alakalı.

Maç sırasında dizi dönen sporcuya müdahale edecek doktor, onu saha kenarına, soyunma odasına götürecek sedye, hastaneye götürecek ambulans yok !

Haber bu !

Dizi dönen oyuncuyu soyunma odasına arkadaşları taşımış !

Bu olay, adı profesyonel bir ligimizde oluyor ! Amatör liglerdeki durumumuzu siz hesap edin.

Voleybol Federasyonu'nun maçlardan önce bu tür sorumlulukları kontrol eden bir görevlisi yok mudur? Federasyonun görevlisi yoksa, hakemler takım doktoru, sedye gibi temel sağlık ihtiyaçlarını kontrol etmezler mi? Etmezlerse bu maçlar nasıl oynanıyor ?

Diz dönmesi ile ucuz atlatılmış. Ya o anda hayati tehlikesi olan ve müdahale edilmesi gereken bir durum olsaydı ? 112'den ambulans çağırıp gelmesi mi beklenecekti?

Gazetelerde görüp, bir çoğumuzun iki satırını okuyup geçeceğimiz bir haber olmasına rağmen, spora bakışımızı çok güzel gözler önüne seren bir durum bu.

Adı profesyonel(!) bir ligimizde düşülen duruma bakın !

Bundan sadece federasyonu sorumlu tutup, takımları ve oyuncuları işin dışında tutmak da olmaz bence. Durumu farketmeyen, kontrol etmeyen kulüpler ve onların yöneticileri de aynı şekilde sorumludur. Doktor, sedye olmadan o maça çıkan oyuncular da.

Kafa bu kafa da, neyin kafası? Cehaletin mi, vurdumduymazlığın mı?

Ondan sonra Milli Takım niye Romanya'ya yenildi, Macaristan'dan fark yedi?

Ne alakası var demeyin. Bakın 1. Voleybol Ligimizde yaşanıyor bu olay. Profesyonel liglere, kulüplere nerden sporcu yetişecek ? Amatör liglerden olması gerekir değil mi? E, bu kafayla nasıl yetişecek? Daha en önemli önlemlerden birini almıyoruz.

Demek ki, gelişi güzel oluyor herşey. Başıboş bırakıyoruz ortalığı. Abisi, dayısı olan bir yere geliyor. Ne yiyebilirim diye bakıyor. Yediğini yiyor. Yiyemediğini nasıl yerimin planını yapıyor. Sporcular da kendi hallerinde ne olurlarsa oluyorlar.  Pek kimsenin de taktığı falan yok bu durumda. Profesyonel ligimizde yaşananlara bakınca, amatörlerde neler oluyordur ki ?

Hepimizin vardır çevresinde, çok yetenekli olup, amatör ligde futbol oynayan, başlayan ama daha sonra bir sakatlık yüzünden, bırakmak zorunda olan.  Halbuki bacağı kırılan bir oyuncu bile 6 ay sonra sahalara dönebiliyor.

Sadece sağlık kısmı mı peki, diğer kısımlar doğru mu? Arda'nın yıllar önce söylediği bir söz vardı " 4-4-2'nin ne olduğunu milli takımda öğrendim" diye. Hatırlar mısınız bilmem. Çok net olarak altyapıların, durumunu ortaya koymuyor mu?

Buradan bakınca,  olimpiyatlarda neden başarılı olamadığımızın, ata sporumuzda neden eski başarıları aradığımızın, halterde döküldüğümüzün, en popüler spor dalımız futboldaki sürekli geriye gidişimizin ne kadar doğal olduğunu görmek için uzman olmaya gerek var mı?

Bence yok.

Söylenecek daha çok şey olmasına rağmen, sözü daha fazla uzatmaya gerek olmadığı gibi.


21 Ekim 2012 Pazar

8.Hafta Beşiktaş - Trabzonspor

Maçın heyecanı bitmeden yazmak istedim bu sefer.

Güzel bir maç oldu. Özellikle 2. yarı ve Beşiktaş açısından.

İlk yarıda top genel olarak Trabzonspor'da görünse de, pozisyon yaratma konusunda Beşiktaş daha iyiydi.

Trabzon'da, santraforsuz bir oyun anlayışı vardı. Genel olarak soldan Olcan'ın geliştirdiği ataklarla pozisyon bulmaya çalıştı. Sağdan oyunun ilk dakikalarında Zeki'nin Yasin'e iyi destek olması ile, birkaç pozisyon yarattı. Ancak Yasin'in top kayıpları, yanlış seçimleri sol tarafın daha iyi çalışmasına neden oldu.

Bugün uzun zamandan beri ilk defa, Trabzon takım olarak oynamaya çalıştı. Sağdan ve soldan kanatları kullanmak istedi. Dönen topları kazanmasını bildi ve rakip cezasahasına gelene kadar iyi işler yaptı. Ancak, Halil'in düşük performansı, topu tutamaması, pozisyona girme konusunda eksik kalması Trabzon'un da pozisyon bulmasını güçleştirdi. Trabzonsporun takım olarak halen daha hareketli oynamaya, top almak için istekli olmaya ihtiyacı var.

Bugünkü oyuna bakınca, Trabzonspor, santrafor olmadan oynamak gibi bir anlayışa sahipti dedik. Bu anlayışla başarılı olabilmek için, ortasaha oyuncularının, birbirleriyle sürekli yardımlaşmaları, hareketli olmalı, ara koşular yapmalı, pivot, önde top tutabilen yardımcı bir forvetin de bu ortasaha oyuncuları ile top alışverişi yaparak, pozisyon yaratmaya çalışılması gerekir. Trabzonspor bugün bunu yapmaya çalıştı ama pek başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Tek başarılı ataklarında golü buldular zaten.

Golde çok itiraz edildi, tartışılacaktır da ama Fernandes topu Olcan'a çarptıramadığı için hakemin devam kararının doğru olduğunu düşünüyorum.

İlk yarı Beşiktaş'ın planları pek tutmadı. Solda süpriz bir şekilde, Almeida, ortada santrafor olarak Batuhan'la başladılar.  Öyle sanıyorum ki, kanatlardan gelecek toplarda diğer kanattaki oyuncunun içeri girmesi ile forvet sayısını ikiye çıkarmayı planlamıştı Samet Aybaba. Ama Almedia solda, Holosko sağda kanatları çalıştıramayınca ataklar genel olarak ortadan Fernandes'in kişisel becerileri ile gelişti.

İkinci yarı Beşiktaş, Olcay'ı sola alıp, Almeida'yı yerinde oynatınca Trabzon'u sahasına hapsetti. İkinci yarı tamamen Beşiktaş'ın kontrolünde geçti. Özellikle solda, Olcay'ın hareketli oyunu oldukça zor anlar yaşattı Trabzon'a. Olcay'ı geldiği günden beri izliyorum. Eksikleri olsa da, milli takımın şu anki halinde solda oynayabilecek bir performans sergiliyor.

Trabzonspor'a ise ikinci yarıda ne olduğunu kimse anlamamıştır sanırım. Orta sahada özellikle savunmada son derecek etkisiz bir kalarak, hakimiyeti Beşiktaş'a bıraktılar. Soner ve Yasin'in etkisiz oyunları, Halil'in top gelmeyince kendisinin almaya gitmesi, Trabzonspor'un pozisyon yaratamamasına sebep oldu. Barış ve Volkan değişiklikleri de derde derman olamadı. Volkan'ının takım için oynamaya başlaması lazım artık. Aksi takdirde Trabzonspor'un daha fazla Volkan'da ısrarcı olmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Maalesef gelirken yarattığı beklentiyi karşılamaktan çok uzakta.

İkinci yarı arka arkaya gelmeye başlayan ataklarla, Beşiktaş önce golü buldu. Golü bulan Beşiktaş, önce bir duruldu ve Trabzonspor'a ayak uydurdu. Kötü günündeki Holosko'nun yerini Mehmet Akyüz'e bırakması ve Trabzon'un da öne çıkmasıyla, arka arkaya pozisyonlar bulmaya başladılar. Bu pozisyonlarda ise, Onur'un başarılı kurtarışları sayesinde beraberliği kurtardı Trabzonspor.

Şu anda Şenol Güneş konuşuyor. Diyor ki, "Gol yiyene kadar oyun disiplini ve anlayışımızda problem yok. Takım oyunundan memnunum. Golden sonra, panikle oynadık. " Birebir bu kelimeler olmasa da, bu anlamda ifadelerde bulundu.

Sevgili Hocam'a maçın ikinci yarısının gol gelene kadar ki kısmını, tekrar izlemesini rica ediyorum. Mücadele etmeyen, etkisiz, sahasından çıkamayan bir oyun vardı sahada. Bundan memnun olmasına imkan yok. İkinci yarı başında, bazı oyuncularda da özgüven fazlalılığı bir ciddiyetsizlik olduğunu düşünüyorum.

Avantajını kullanamadı Trabzonspor. Beşiktaş deplasmanında öne geçtin mi bunu değerlendirip maçı kazanacaksın. Tüm oyunu aynı ciddiyetle oynayıp, sonuna kadar mücadele edeceksin. Etmezsen, ikinci yarıdaki duruma düşersin. Janko konusunda birkaç düşüncem var, bunları yazmak için birkaç hafta daha beklemeye karar verdim. Durumu hemen önyargıyla değerlendirmiş olmayalım.  Oyuna girdiği dakika itibariyle faydasının olmayacağı belliydi.

Beşiktaş özellikle son 15 dakikada müthiş bir oyun oynadı. Fernandes, İbrahim Toraman ve Olcay öne çıkan oyunculardı. Fernandes'i izlemek gerçekten büyük bir keyif. Umarım hep bu ciddiyetle oynar ve Beşiktaş'a faydalı olmaya devam eder.  Oyun ve mücadele olarak iyi bir oyun ortaya koydu Beşiktaş. Takım olma yolunda Trabzonspor'dan daha çok yol kat ettiklerini ispatladılar.

Galatasaray, Fenerbahçe, Ordu, Gençlerbirliği ve Kasımpaşa'nın berabere kalarak puan kaybettiği bu haftada özellikle Trabzonspor, büyük bir fırsat kaçırdı. Haftanın kazananı, Antalya oldu.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Macaristan - Türkiye Milli Maçı

Gittiğimize gideceğimize pişman olduk.

Sanırım en kısa bu şekilde özetleyebilirim durumu. Maçtan hemen sonra yazmak istemedim. Daha objektif yorum yapabileyim diye. Ama düşüncelerim pek değişmedi.

Hollanda maçıyla Romanya maçı arasında geçen süre içinde ne olduğunu biri açıklamalı. Hollanda maçı ile beraber yeşeren umutlarım, Macaristan'da Puşkaş Stadı'nın çimlerine gömüldü.

Maçtan önceki yazımda, takımın farklı bir motivasyonla çıkacağını ve maçı düşündüğümüzden daha kolay alacağımızı düşündüğümü yazmıştım. Nitekim maça da iyi başladık. Ama organize olmakta, top ileri taşımakta, ilerde topu tutmakta zorlandık. İlk organize atağımızda da golü bulduk zaten. Golden sonra da maçı bitirdik zannedip, oyunu Macarlara teslim ettik. Yediğimiz ilk gol, hataları bir kenara bırakırsak, zaten geliyorum diyordu. Bundan sonra da özgüven eksikliği mağlubiyeti getirdi.

Bunu dile getirmek yazmak istemeyen kişilerden biriydim ama sanırım şunu itiraf etmek gerekiyor : Abdullah Avcı'nın aşısı tutmadı. Ortada ne oynadığını bilmeyen, yaratıcılıktan uzak, koşmayan, mücadele etmeyen bir takım vardı.

Hep kızıyoruz ya, sürekli yan pas, geri pas yapıyoruz diye, yapacak başka birşeyimiz yok gerçekten. Bunun için yapıyoruz. İleride koşan, defansı yıpratan, arkadaşlarına pozisyon hazırlayan bir santraforumuz yoktu bir kere. Mevlüt yerine neden Umut'la başlamadık anlamış değilim. Bunun yanında, kanatlara açılamayan oyun, ortadan ileriye çıkmakla sorumlu olan oyuncuların defans oyuncuların arkasında kalıp saklanmaları ve yalancı koşular yapmalarıını alt alta koyunca, geriye veya yana oynamaktan başka çare kalmıyor. Emre'yi birkaç kez top ayağında, pas atacak arkadaşını ararken, ama hiçbir koşu denemesinde veya pas alışverişinde niyeti olan arkadaşı bulamadığı için anlamsız toplar atarken gördük. Burda Emre'ye kızabilir miyiz?

Abdullah Avcı başarılı bir teknik adam. İBB'de yaptıkları da ortada. Ancak şu ana kadar ki seçimlerinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Mevlüt mesela, golünü attıktan sonra kayboldu. Hamit mesela faydalı ne yaptı maç boyunca? Tunay mesela, Mehmet mesela... Örnekler çoğaltılabilir. Türk Milli Takımı için gerçekten çıkabilecek en iyi onbir bu muydu?

Öncelikle amaç Brezilya'ya gitmek ise farklı bir onbirle çıkılması gerekirdi diye düşünüyorum. Gol yollarında Mevlüt'e bağlı kalamayacağımızı önceki yıllarda görmüştük. İşlemeyen kanatlarda farklı oyuncular denenebilirdi. En önemlisi, bu maçı almak isteyen oyuncularla sahaya çıkılabilirdi.

Biz statta, bu maçı istediğimizi hissedemedik. Oyuncularımızı tribünde o kadar alkışlamamıza, tezahurat yapmamıza, çağırmamıza rağmen, bir tanesi bile bize dönüp bakmadı. Oysa 500 kişinin beklendiği Türk tarafında yaklaşık 3000 kişi, milli takımı desteklemeye gelmişti. Seyirci bu maçı almaya hazırdı.

Seyirci demişken, tribün liderlerine, amigolara birşey söylemek istiyorum. 40.000 kişilik dolu bir stadyumda, 3000 kişiye tezahurat yaptırırken, taraftarı niye ikiye bölersiniz kardeşim? Bir tarafa " Kırmızı " diğer tarafa " Beyaz " dedirtmekten başka bildiğiniz şey yok mu? Ha bi de Mehter Marşı vardı pardon. Bu kadar mı kötü yönetilir bir tribün? Az sayıdaki taraftarı bölerek, tezahurat yaptırın ki etkisi azalsın di mi? Valla rakip takımın amigosu gelse, o da aynını yapardı.

Yukarıdaki satırlarda aşıdan bahsetmiştim biraz açayım. Abdullah Avcı da maç sonundaki konuşmasında, Türk futbolcusunun eğitimiyle de uğraştıklarını söylemiş. Sanırım bu yüzden altyapı ve genel eğitim düzeyleri biraz daha yüksek olduğu için genelde gurbetçi futbolculardan yana kullanıyor tercihini. Buna genel olarak bir itirazım yok. Ancak Türkiye'de yetişmiş futbolcularla bu arkadaşların oyun stilleri, karakterleri uyuşmuyor. Bir arada pek oynamayan, herşeyleri farklı oyuncuları bir araya getirip arada bir maç oynatınca ortaya çıkan sonuç da pek parlak oynamıyor.

Selçuk-Burak-Umut üçlüsünün oynaması, bunlara Emre, Arda, Caner, Volkan gibi oyuncuların destek olması bu yüzden önemli. Bu oyuncuların bir kısmı yıllardır bir arada oynuyor zaten. Diğerleri de onların tüm özelliklerini yakından tanıyor. Bunların yanına genç oyuncuları monte etmek, değişimi yavaş yavaş gerçekleştirmek daha doğru olurdu diye düşünüyorum.  Değişimi birden yapınca maç içinde, defansla forvet hattı arasındaki boşluğa bir de sağ ve sol kanatlar arasındaki boşluğun eklendiği anlar yaşadık.

Oyuncular arasında yaşananlardan, medyadaki dedikodulardan bahsetmiyorum. Şimdilik dedikodu bunlar.

Ama birileri Milli Takıma ne olduğunun ve soğuk nedeniyle cırcır olmamın hesabını şimdiden vermeli...

15 Ekim 2012 Pazartesi

Macaristan - Türkiye Milli Maç Öncesi

İki gündür Budapeşte'deyiz. Yarın akşamki maç öncesi izlenimlerimi yazmak istedim.

Romanya maçını seyredemediğim için ızun uzun yorum yazmak istemedim. Okuduğum ve etrafımdan duyduğum kadarıyla, daha önce Trabzonspor için yazdığım eleştiriler Milli Takım için de geçerli.

Yavaş ve yaratıcılıktan uzak oyun, pozisyona girememe, girilen pozisyonları kolayca harcama, kolay gol yeme....

Türk futbolunun tipik hatalı, eksik noktaları...

Maalesef bugünden yarına düzelecek şeyler değil...

Romanya maçı ile ilgili Volkan'a yapılan çok eleştiri duydum. Golü de izledim. Evet Volkan hatalı.
Ancak unutulmaması gereken nokta, Volkan o hatayı yapmasaydı da, biz galip gelemeyecektik. Yani Volkan'dan önce, orta sahayı ve forvet hattını eleştirmek gerekir diye düşünüyorum. Volkan pek çok maçta, kritik kurtarışlar yaptı bugüne kadar. İlk hatasında yerden yere vurmak haksızlık olur.

İzlemediğim Romanya maçı ile ilgili başka birşey yazmak istemiyorum.

Macar halkı ile kökü Hun İmparatorluğu'na dayanan bir yakınlığımız kardeşliğimiz var. Bunu milliyetçi Macarlar dışındaki halkın gözlerinden dahi anlayabiliyorsunuz. Türk olduğunuzu öğrenen pek çok kişi Türkiye ile ilgili bildiklerini sıralıyor.

Macar seyircisinin, " Hepimiz Attila'nın torunlarıyız" yazan bir pankart açıp, bu yakınlığı ve kardeşliği pekiştirmek istediklerini öğrendim.

Sonuçta konu bir noktadan sonra, maça geliyor. Sınır kapısından girişte başlayarak, ilk temenni "fair play" çerçevesinde bir oyun olması...

Sonrasındaki skor tahminleri genel olarak Türkiye'nin farklı galip geleceği yönünde. Macar halkı takımına pek güvenmiyor. Hatta arada sevgisizliği uygunsuz kelimelerle ifade eden kişiler de oldu.

Milli takımlarına karşı, hissiyatlar benzer. Türkler de Macaristan maçının zor olacağını, hatta bir kısmı Romanya maçından da zor olduğunu, galibiyetin çok zor olduğunu düşünüyor.

Benim kişisel düşüncem, Abdullah Avcı ve takımı, bu maça ayrı bir motivasyonla çıkacaklar. Bu maç bizim bir şekilde gruptan çıkabilmemiz için son şans. Artık şansımızın kendi elimizden çıktığını söylemek de mümkün. Biz son şansları genelde iyi kullanan bir takımız. Bu maçı düşündüğümüzden daha kolay alacağımızı düşünüyorum.

Hava sağnak yağışlı ancak ılık görünüyor. Statta yaklaşık 500 kişilik bir Türk seyircisi olacağı tahmin ediliyor.

Yarın formalarımızla maçtayız. Bakalım neler olacak?

7 Ekim 2012 Pazar

7. Hafta Trabzonpor - Kasımpaşaspor

Bu hafta özel nedenlerle biraz geciktim.

Trabzon'un ilk onbirini görünce hem biraz şaşırdım hem de aslında beklediğim onbir vardı sahada desem yanlış olmaz.

Şaşırdım çünkü Janko sahada yoktu.

Şaşırmadım çünkü, Janko'ya göre oynayamayan bir takımda Janko'yu ilk onbirde görmeyi zaten beklemiyordum.

Maçın ilk 10 dakikasında harika bir Trabzonspor vardı sahada. Önde baskı yapan, direk ileriye doğru oynayan pozisyon yaratmaya çalışan. Atak başlatırken top kaptırma hastalığından da kurtulmuş görünen...

Özellikle Olcan ve Yasin'in hareketli oyunları ile sağlı sollu geldi Trabzon.

Nitekim maçın ilk 10 dakikası dolmadan, Olcan müthiş bir frikikle golü buldu. Buna da çok ihtiyacı vardı. Golün gazı ile ikinci gol için de çok net bir pozisyon buldu Trabzonspor. Maçı 10. dakikada bitirme şansını da kaçırdı golle beraber.

10. dakikadan sonra ise bir anda takım eski haline döndü. İleri çıkarken toplar kaybedilmeye, yan ve geri oynayan, yaratıcı oyun eksikliği yaşayan.

İlk yarının 40. dakikasına kadar oldukça sıkıcı bir maç izledik. Top ne yapacağını bilemeyen bir Trabzon, kaptığı topu defansın arkasında Adem ve Uche'yle buluşturmaya çalışan Kasımpaşa. Bu sırada özellikle Bamba'nın müthiş zamanlaması, kesici özelliğiyle Trabzon kalesinde pek çok tehlike başlamadan sona  erdi. Burda Bamba'ya ayrı bir parantez açmak lazım. Gün geçtikçe takıma alışıyor ve kalitesini gösteriyor. Zaman zaman dengesiz müdahalelerde bulunsa da, Trabzonspor defansının belkemiği oldu. Mustafa'yı da iyi yönlendiriyor ve onun da oyununun gelişmesine katkıda bulunuyor.

İkinci yarıda bir hareketlenme olur diye bekledim ama hareketlenmek için maçın son 10 dakikasını beklememiz gerekti. Bu 10 dakikada da yakalanan fırsatları şanssızlık ve acelecilik nedeniyle kaçınca 1-0 olsun bizim olsuna razı oldu Trabzonspor.

Janko maçın 87. dakikasında oyuna girdi. Kasımpaşa'nın da öne çıkması ile, arka arkaya pozisyonlar buldu ama bunları değerlendiremedi. Oyuna ısınamadan yakaladığı pozisyonları değerlendirebilse, ilk golüyle bu hafta tanışabilirdi Avusturyalı.

Bu maç yazacak çok şey yok aslında. Saman alevi gibi bir Trabzon, gerisi muhtemelen bu sezonun en sıkıcı maçı. Kasımpaşa'nın da bu kadar kötü olmasını kimse beklemiyordu herhalde. Ben çok zevkli bir maç olacağını tahmin etmiştim. Ama yanıldım. Tam tersi bir maç izledik.

Birkaç haftadır bu takımın zamana ihtiyacı olduğunu yazıyorum. Öyle sanıyorum ki bu maçın ilk ve son 10 dakikaları beni haklı çıkardı. Bu takımın kadrosu iyi. İlk 10 dakikada, oyununu hem savunma hem hücum tarafında Alanzinho, Zokora ve Sapara'dan oluşan orta üçlü işlerini çok iyi yaptılar. Sonra durdular.  Volkan ve Barış'ın girmesiyle biraz daha hareketlendi Trabzon ve son 10 dakikada pozisyonlar buldu.  Bunu tüm maça yayabilirse, Trabzonspor bu sezonu istediği noktada bitirebilir.

Bir parantez de, Olcan ve Halil'e ayırmak istiyorum. Olcan eğer son vuruşlarında biraz daha sakin olabilirse ve takım onun üzerine oynarsa, yeni Burak Yılmaz olabilir. Pozisyonları kokluyor, iyi top sürüp adam eksiltebiliyor. Şu anda son vuruşları eksik görünüyor. Bunun üzerinde durulması lazım. Halil ise, çalışkanlığı ve presi ile, Umut'u andırıyor. Olcan'la beraber, yeni Umut-Burak ikilisi olabilirler. Halil'in çok fazla geriye gelme ve top çıkarmaktan çok, ceza sahasının içinde sağdan ve soldan gelen ataklar için hazır olması gerekiyor. Çok geride kaldığı zaman kanatlardan ender olarak gelişen ataklar, sahipsiz kalıyor.

Bir de Janko gerçeği var tabi. Takım Janko'ya göre oynamayı da öğrenirse, Şenol Güneş'in elinde iki farklı taktiği uygulayan bir ekip olur. İşte o zaman Trabzonspor ligin en keyif veren takımlarından biri olma özelliğini geri kazanır.


2 Ekim 2012 Salı

Güle Güle Kaptan, Yolun Açık Olsun.

Sevgili Alex,

Deliler gibi oynadığım Championship Manager'ın hangi senesiydi hatırlamıyorum. Sen Parma'daydın ve çok gençtin o zamanlar. Yönettiğim her takıma seni transfer edip, müthiş oyununla kısa sürede taraftarın sevgilisi olmanı zevkle izliyordum.

Sonra adın Fenerbahçe ile anılmaya başladı.
"Yok canım bizim Alex mi, öyle bir futbolcunun Türkiye'de ne işi var? Hayatta gelmez" demiştim.

Geldin.

Bir Trabzonsporlu olarak rakiplerimizden birine gelmene ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Yıllar boyunca Fenerbahçe maçlarını senin için izledim. Hep o bildiğim, çok yakın tanıdığım büyük futbolcunun mucizeler yarattığını keyifle izledim.

Taraflı tarafsız herkesin sevgisini, beğenisini kazanmış senin gibi bir futbolcuya bu şekilde davranılmasını kaldıramıyorum. Bu şekilde gönderilmeyi haketmedin. Sebep ne olursa olsun, haklılık payı dahi olsa, yöntem bu olmamalıydı. Seni efsane olarak tanımlayıp, heykelini diken taraftara karşı daha sorumlu olması gerekirdi yönetimin ve teknik direktörünün.

Sevgili Kaptan,

Gönül diler ki benim takımımın kaptanı olsan. Türkiye'de kalsan. Seni hala imkanımız varken biraz daha izlesek. Gönül işte.... İstiyor :)

Neresi olursa olsun, gittiğin yerde mutlululuklar dilerim. Başarılı olacağını geçmişte yaptıklarına bakarak zaten biliyorum.

Güle güle Kaptan, yolun açık olsun.