30 Aralık 2012 Pazar

Kim Gitmeli, Kim Kalmalı?


Bugün ilk devrenin bir değerlendirmesini yapmak istiyordum. Ama zaten şu ana kadar yapılan değerlendirmelerden pek farklı bir değerlendirme olmayacak. Hepimiz takımın halini biliyoruz. Pek çoğumuz istikrarsızlıktan şikayetçiyiz.

Hem kadro olarak hem oyun olarak hem performans olarak.

Bunların pek çok nedeni var tabi ama, bana göre ana sebep olan kadro şişkinliği üzerine gitmek istiyorum. Özellikle de 12 yabancı üzerinde değerlendirme yapmak istiyorum.

Şunu baştan söylemeliyim ki, Şenol Güneş'in işi çok zor. Bu kadar oyuncuyu yönetmek akıl işi değil. Özellikle de orta alanda bu kadar yığılma varken.

Sadri Şener'i en çok eleştirmemiz gereken yön de burası.

Şimdi önce elimizde kimler var bakalım :



İşe maddiyat ve performans açısından bakarak, kimler gitmeli kimler kalmalı sorusuna cevap bulmaya çalışacağım.

Forvetten başlayalım :

Janko : Henüz beklediğimiz performansa ulaşamadı. 2.5 sene daha sözleşmesi var ve bu sözleşmesi boyunca, maaş artışları ve ekstra primleri saymazsak, Trabzonspor'dan sözleşmesinin sonuna kadar toplam 2.7 milyon Euro alacak. Yukarıdaki tabloya göre, yıllık ücreti en yüksek yabancılardan biri. Şimdiye kadar aldığı parayı hakedecek bir performans sergilemedi. Bunun bana göre iki ana sebebi, sürekli oynamaması ve takımın oyun düzeninin ona göre olmaması.
Yine bana göre, Janko tek forvetli oyunun forveti değil. Bu yüzden eğer Trabzonspor 4-4-2 oynamayacaksa, ya da son zamanlarda gördüğümüz gibi santraforsuz oynayacaksa, Janko'nun gönderilecekler listesinde olması gerekir.

Vittek : Sözleşmesi sezon sonunda bitiyor. Hiç oynamayan oyunculardan biri. Oynadığı maçlarda da bir varlık gösteremedi. Sakatlık problemi yaşamasa bir ihtimal takımın santraforu olabilirdi, ama zamansız sakatlığı onu takımın bir parçası olmaktan uzaklaştırdı. Bence kalan 6 ayda, santrafora ihtiyaç olduğunda kullanılmak üzere kalabilir. Yıllık ücreti yüksek olmasına rağmen bunun yarısı verildi zaten. Üzerine para verip kimse almayacağına göre sezon sonuna kadar takımda kalabilir.

Henrique : Hakkında ne yazacağımı bilemediğim oyunculardan biri. 3.5 yıl daha sözleşmesi var. Bu süre boyunca 2.5 milyon Euro alacak. Henüz 23 yaşında. 2 maç arka arkaya kendine hayran bıraktı. Sonra takımla birlikte yatışa geçti. Şu bir gerçek ki, gösterdiği performansa göre, Henrique'den golcu forvet yerine yaratıcı forvet olarak faydalanmak daha akılcı. Ancak takım oyuncusu olmayı öğrenmek zorunda. Eğer takım 4-4-2'ye dönecekse, o zaman Janko'nun yanında ikinci forvet olabilir. Tek forvetli oyunun, tek forveti değil. İleriye top taşıyabilen, fizik olarak güçlü ve topu saklayıp ilerde tutabilen bir oyuncu olarak faydalanılabilir. Sürekliliği olan bir oyuncu haline gelirse kendisine verilen 4 milyon Euro bonservis boşa gitmemiş olur. Bugünkü hali ile ise, kesin gitmeli.

Benim düşünceme göre, genç olduğu için sezon başındaki kamp sonuna kadar takımda kalabilir. Bu süre içinde top taşıyan bir oyuncu olarak sürekliliği sağlanabilirse kalmalı, aksi takdirde gitmeli.


Ortasaha ile devam :

Colman : 3.5 sene daha sözleşmesi var ve bu süre içinde yaklaşık 3.8milyon Euro alacak. Colman'ı herkes beğeniyor. Ben çok uğraşıyorum, beğenemiyorum. Takımın en çok top kaptıran oyuncularının başında geliyor. Bu kaptırmaların büyük çoğunluğu takımı atağa çıkarırken olduğu için genelde rakip adına ciddi tehlikelerin başlamasına sebep oluyor. İşe para ve performans olarak bakınca son 2 senedir Colman takımın iyilerinden değil. Ben Colman'ı bu kadar da beğenen varken, giderken üzerine para alınabilecek oyunculardan olduğu için gidecekler tarafına koyuyorum.

Zokora : Takımın en çok kazanan yabancısı. Menejer ücreti ile birlikte 6 milyon Euro'ya maloldu. 2.5 sene daha sözleşmesi var ve bu süre içinde 3.8milyon Euro daha alacak. Takıma sağladığı katkı ile kalacaklar listesine, maliyetine rağmen soru işareti olmadan koyacağım ender oyunculardan.

Alanzinho : 1.5 yıl daha sözleşmesi var ve bu süre içinde yaklaşık 1.3 milyon Euro alacak. İstikrarlı bir performansı olmadı hiç. Ama takımın ileriye gitmekte, pozisyon bulmakta zorlandığı pek çok maçta kurtarıcı oldu. Sonradan oyuna girerek yaptığı ve yapabileceği katkılar nedeniyle takımda kalması gereken bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Ama bir 11 oyuncusu değil. Artı iki kısmında değerlendirilebilecek bir oyuncu.

Adrian : En yüksek bonservis bedeli ile gelen oyuncu olma özelliğini taşıyor. En yüksek ücret alanlardan olmasa da kalan 3.5 yıllık sözleşme süresi içince yaklaşık 2.8 milyon Euro alacak. Adrian fiziksel olarak güçlü olduğu sürece takım içinde olması gereken bir oyuncu. Kalması gereken oyunculardan biri. Ancak ve ancak Şenol Güneş'in sistemi içinde düşünmeyeceği bir oyuncu olarak belirlenirse, para getireceği için satılabilir.

Sapara : Takımın bonservis olarak en uygun maliyetli oyuncularından biri. Kalan 1.5 yılı için yaklaşık 1.2milyon Euro alacak. Aslında maliyeti uygun olmasına rağmen, bugüne kadar ki performansı ve ortasahadaki kalabalık yabancı nüfusu nedeniyle gidecekler arasına koymamız gerekiyor.

Ve son olarak Defans :

Sol Bamba : Son yıllardaki en faydalı transferlerden biri ve üstelik hem bonservis olarak hem de yıllık maliyet olarak bakıldığında fiyat performans oranı en yüksek oyuncu. Performansını sakatlıktan sonra da devam ettirebilirse, en faydalı yabancılardan biri olur. 4.5 yıl daha sözleşmesinin olması ise performansını sürdürürse büyük avantaj.

Emerson : 1.5 yıl daha sözleşmesi var ve bu süre içinde 1.2 milyon Euro alacak. Akıllı bir sözleşme ile transfer edilmiş, uzun zamandır defansın sol tarafındaki sıkıntıyı gidermiş gibi görünüyor. Bu performansı ve maliyeti ile kalmalı diye düşünüyorum.

Cech : 1.5 yıl sözleşmesi daha var ve o da Emerson gibi bu süre içinde 1.2 milyon Euro alacak. Performansı gönderilmesini gerektirecek kadar kötü olmasa da, yabancı fazlalığı göz önünde bulundurunca gitmesi gereken oyunculardan biri oluyor.

Celutska : 23 yaşında, maliyeti en düşük yabancı oyuncu. Defansın joker elemanı. Artı iki de Alanzinho'nun yanındaki kişi olmalı. Biraz daha gelişebilirse, kendine takımda yer bulabilir. Kiralık olarak, sürekli oynayabileceği iyi bir yabancı takıma gitmesi daha faydalı olur düşüncesindeyim.

Şimdi özetlersek, takımın aynı şablonda, santraforsuz veya tek forvet oynayacağını düşünerek bana göre,

Gitmesi gerekenler : Janko, Henrique, Colman, Sapara, Cech.

Kalması gerekenler : Zokora, Adrian, Sol Bamba,

Kiralık gidecek : Celutska

Kalsa da olur gitse de : Alanzinho, Emerson, Vittek

Bu durumda toplam yabancı sayımız, sezon sonunda Vittek'in de sözleşmesi bittiği için 7'ye inmiş oluyor.

Kalanlara bir bakalım :
Defansta : Emerson, Bamba, Celutska
Ortasahada : Zokora, Adrian, Alanzinho

Bir de gelecek oyuncu var. Bunun da forvet olması açık ve net. 

Gitmesi gereken oyuncuların sözleşmeleri bitene kadar Trabzonspor'dan alacakları garanti para toplamları yaklaşık 11.5 milyon Euro. Çok bir anlam ifade etmese de, Transfermarkt'taki toplam piyasa değerleri ise toplam 22.5 milyon Euro. Bu oyuncular doğru değerlendirilirse, toplamda en az 5 milyon Euro bonservis bedeli alınabilmesi gerekir.

Böylece forvet transferi için bütçeye ek yük getirmeden 5 milyon Euro bonservis parası ve 3 yıllık bir sözleşmede her yıl için 2 milyon Euro kaynak bulmuş ve yıllık ücretlerden de 5.5 milyon Euro tasarruf yapmış oluyoruz.

Yalnız benim düşüncem bu operasyon için acele edilmemesi. Acele edip oyuncuları biran önce göndermeye çalışmak, alınacak bonservis bedelini düşürecektir. Onun yerine, oyuncular için bir pazarlama süreci geliştirilmeli. Bu oyuncular, kupada, kendi evimizdeki maçlarda oynatılmalı, performansları yükseltilmeli ve değerlendirilmeli. Aksi takdirde giderken üste bir de para vermek durumunda kalabiliriz.

Baştan dediğim gibi işe parasal açıdan baktım. Duygusal olarak değerlendirme yapsam daha farklı olabilirdi. Taraftarlık duygu işi olsa da, takımı duygularla yönetemeyiz. Takım için faydalı olan neyse o yapılmalı. Bunu yapabilmek için de, rakamları göz önüne koymak gerekiyor.

Değerlendirmeyi yaparken sadece yukarda yazdığım rakamlardan faydalanmadım. Maç istatistikleri, oynanan maç sayısı vb gibi rakamlardan da faydalandım. Mümkün olduğunca bilimsel bir çalışma olmasına gayret ettim.

Bu çalışma sonunda çıkardığım, kendimce sonuçlardır. Beğenen beğenmeyen olacaktır. Duygusal yaklaşan olacaktır. Yapmaya çalıştığım kimseye akıl verip işini öğretmeye çalışmak değil. Kendi değerlendirmelerimi paylaşmak. Başta söylediğim gibi Şenol Güneş'in işinin çok zor olduğunu, işin küçücük bir kısmını göstererek, anlamaya çalışmak.   

23 Aralık 2012 Pazar

17. Hafta Trabzonspor : 0 - Galatasaray : 0

İBB maçını sinirden, Eskişehir maçını iş yoğunluğumdan yazamadım. Bu iki maçla ilgili düşüncelerimi belki aralarda bu yazıda, belki de ilk yarının değerlendirmesini yapacağım bir sonraki yazımda bulabilirsiniz.

Maçın ilk yarısından birşey anlamadım. Hem futboldan, hem de uykusu gelen 7 aylık oğlumu uyumaması için uğraşmaktan.

2 kişi eksik oynadık.

Sapara oyunda hiç yoktu. Colman'ın olmadığı maçlarda şansını iyi değerlendiremedi.

Henrique ise beni son 3 maçtır hayal kırıklığına uğrattı. Halbuki bir kaç maçta özellikle Kayseri maçında çok iyiydi. Kredisini son üç maçta tüketti diye düşünüyorum.

İlk yarıda Zokora ortasahada defansif anlamda yalnız kaldı. Bunun sonucunda da, Galatasaray topa sahip olan taraftı. Buna rağmen iki-üç pozisyon dışında varlık gösteremediler.

Sapara ve Adrian defansif olarak olmayınca, hücum hattında olmalarını bekliyorsunuz. Ama Sapara o tarafta da yoktu. Orda da Adrian yalnız kaldı.

Sapara ve Henrique'nin yerine giren, Alanzinho ve Aykut doğru tercihler oldular. Oldular olmasına da, bu değişikliklerin geç olması bana göre Trabzon'u olası bir galibiyetten etti. Bu iki oyuncu girdikten sonra Zokora defansif anlamda, Adrian da ofansif anlamda rahatlayıp, daha etkili oldular. Nitekim son 10 dakikaya kadar Trabzon'un " Bu da kaçar mı " dedirtecek pozisyonu yokken, uzatmalarla birlikte 13-14 dakikada arka arkaya pozisyonlar buldu Trabzon.

Burak'a da bir parantez açmak istiyorum. Ona yapılan muameleyi haketmediğini düşünüyorum. İki sezon üst üste çok iyi oynayıp, rekor sayıda gol atıp gitti bu takımdan. Gitmesi de en başta yönetimin hatasıdır. Burak gelirken kimse ondan böyle bir golcü olmasını beklemiyordu. Belki de 5 milyon Euro o zaman için çok yüksek bir rakamdı. Ama sözleşmeyi yenilerken o  rakam sadece yurtdışı transferlerinde geçerli olacaktır ve gideceği takımda da ilk transfer hakkı Trabzon'da olacaktır maddeleri  eklenmiş olsa, bugün Burak hala Trabzonspor'un oyuncusu olurdu.  Benim bile düşünebildiğim bu iki madde eksikliği yüzünden kaybedilmiş bir oyuncu için, oyuncunun kendisine tepki göstermeyi anlamsız buluyorum. Burada takımın avukatları ve yönetimin hatalarını görmek ve tepkileri doğru yere göstermek gerekiyor.

Burak vefasız bir adam olsa, bugün Trabzon'un sahasını birkaç maç kapattırabilirdi. Onun eline bu fırsat birkaç kere geçti. Belki de yine kapanır bilemiyorum tabi. Gözü dönmüş taraftarlar Giray'ı bile sakatlıyordu neredeyse. Bu tepki kime ve neye? İyi düşün taraftar ! Yanlış yere gösteriyorsun tepkini...

Oyuna dönünce, ortasaha mücadelesi olarak geçti diyeceğim, ortasahada pek durmadı top. Galatasaray oynadı diyeceğim, oynamadı. Trabzon oynadı diyeceğim o da değil. Pek tadı tuzu yoktu maçın. İki takımda yenilmeyelimi düşünmüş önce.

Yine de doğru seçimler yapılmış olsaydı, Trabzonspor'un şansı daha yüksek olabilirmiş.

Anlayamadığım bir değişiklik, maçın son 15 saniyesinde Halil - Emre Güral değişikliği. Niye yapıldı bu değişiklik ben çözemedim.

Bu maçla beraber Trabzonspor'un devre arasındaki ödevleri de daha net olarak ortaya çıktı :
- Hızlı paslaşma
- Kısa pas
- Kontratak
- Korner
- Ölü toplar
- Hareketli oyun

Bunları ilk yarıyı değerlendireceğim yazımda daha detaylı yazacağım.

Yine bu maçla beraber, bu takımın iyi hazırlandığı ve konsantre olduğu zaman kafaya oynabileceğini tekrar gördük.

Kadrodaki fazlalıklardan kurtulmuş,  ödevine iyi çalışmış bir takım ile moral ve motivasyonu yüksek Şenol Güneş ve Trabzonspor, ikinci devrede süpriz yapabilir.

Hakemlerin de daha formda olduğun bir ikinci yarı dileyelim ilk yarının son yazısını bitirelim.

13 Aralık 2012 Perşembe

Kupa Maçı : Kasımpaşaspor - Trabzonspor

Maç uzatmalara kaldı. Ama sonuç yazacaklarımı değiştirmeyecek. Bu yüzden maçın sonunu beklemeden yazmaya karar verdim.

Turu haketmedi Trabzonspor.

Kanser oldum...

9. dakika pozisyon yok. Çok kötü bir ölü top. Defans yine yok.

Gol.

Sonrası artık klasik. Trabzon'a karşı iyi kapan. Fiziksel olarak mücadele et. Kontratağa çık. İş tamam.

Karşısında 4 gün önceki istekli takım olmayınca, pozisyon bile bulamadı Trabzon.

Tamam, ilk yarıda bir golünü hakem yedi. Çok büyük hata. Ama pozisyon bulunmaz mı yahu bir tane de.

Uzaktan şut denemez mi?

Madem pozisyon bulamıyorsun, az biraz hareketlenip, ölü top kazanmaya çalışmaz mı?

Yok...  Galatasaray'a karşı da bunlar oynamış, sanki bu ikinci maçları...

Uzatmalar başladı şu anda. Takımın durumu, ortasahada defansif kimse yok. İşi çok zor Trabzon'un.

Turu geçse de 90 dakika boyunca haketmediler. Kasımpaşa haketti mi? O da etmedi. Uyudum.

Olmadı bu maç hiç olmadı.

9 Aralık 2012 Pazar

15. Hafta Trabzonspor : 1 - Kayserispor : 1

Skorları başlığa yazmak ilerde hepimiz için daha iyi olur diye bir uyarı aldım takipçilerimden.

İlk uyarıyı hemen uygulayıp, yenilerine yol açayım istedim :))

Bugün kızımın maça pek ilgisi olmadı. Yanında arkadaşı olunca sattı bizi. Taraftarlığın böyle olmayacağını anlattım ama ben bitirdiğimde " Artık Ece'yle oynamaya gidebilir miyim?" oldu cevabı :)

Arkasından "Bari maç kaç kaç biter onu söyle" dememe rağmen, koşturarak arkadaşının yanına gitti.

O zaman iş bize kaldı diyip, yoğun bir konsantrasyonla maçı izlemeye koyulduk. İlk birkaç dakika iki takımın birbirine üstünlük sağlamaya çalışmalarıyla geçse de Trabzonspor'un oyuna biraz daha iyi başladığını söyleyebilirim.

İlk onbiri görünce, maçın zevkli geçeceği yönünde oldukça ümitlendim. Ancak golü yiyene kadar pek beklediğim gibi gitmedi oyun.

Bir büyüğüm bana ara ara ders vermek niyetli " Şeytan detayda saklıdır. " der.  Gerçekten öyle. Sahadaki onbir, yetenek ve kapasite olarak son derece üst seviyede, rakibin genç ayaklarına karşı tecrübesiyle işi bitirir gibi görünüyordu.

Gol pozisyonundan hemen önceki pozisyona bakınca şeytanı görüyoruz : Sol kanattan atağa çıkmaya hazırlanan Olcan, ona müdahale edip topu kapan Salih. Ardından rakipten topu almak yerine hakeme dönüp, ellerine kaldıran Olcan, hiç oralı olmayıp topun peşine giden Salih.

İşte o top gidip bir duran topa dönüştü ve duran topun sonucunda golü yedik. Golde de, tamam kesilen orta gerçekten güzel ama, Trabzonspor defansının, üç rakip oyuncuyu birden o topa vurabilecek pozisyonda boş bırakmasına ne demeli?  Topa vuran Salih'i marke etmesi gereken kişi kimdi? Emerson mu yoksa, Mustafa mı? Bana kalırsa boy avantajı nedeniyle ve adam adama markaj yerine, alan markajı  düşünülürse Mustafa olmalı. Ama görebildiğim kadarıyla Mustafa adam markajında ve adamı almış onu  götürmüş. Emerson önde, Giray arkada kalınca, Salih bomboş golü attı.

Gol yenir. Oraya takılmıyorum. Bundan sonra ilk yarı için yazacaklarımın arasında bu detayları unutmamak için baştan yazmak istedim.

Golden sonra ilk yarının sonuna kadar, izlediğim Trabzonspor, benim hep izlemek istediğim Trabzonspor. Müthiş bir baskı dalga dalga gelen ataklar, kaçan goller ve harika oyun.

İlk defa bu kadar uzun süre takım gibi oynadı Trabzonspor. Gole kadar ortada olmayan Alanzinho da oyuna girdi. İlk yarının sonlarına doğru aklımdan " Herhalde sahadaki yabancılardan ilk defa bu kadar iyi faydalanabiliyoruz" diye geçiriyordum. Daha önceleri oynadığında sahadaki varlığı ile yokluğu pek belli olmayan Henrique bile oldukça iyiydi. Top saklıyor, atak geliştiriyor cezasahasında tehlike yaratıyor, daha önce görmediğimiz bir oyun ortaya koyuyordu.

İlk yarı bittiğinde, "Böyle oynamaya devam edelim, yenilelim" dedim. Sahada görmek istediğim futbol buydu Trabzonspor adına. Tabi bunda golden sonra geriye iyice yaslanan stratejisini gol yemeyip, bir ihtimal kontrataktan ikinciyi bulur, yırtarım olarak belirleyen Kayserispor'un da etkisi vardı. Ama fiziksel olarak diri ve güçlü, hızlı adamlara sahip Kayserispor önünde bu kadar baskılı oynayabilen takımı göz ardı edemeyiz.

Eskişehir maçından sonra Trabzon'u yenmenin formulünü vermiştim. Prosinecki bu formülü okumuş olmalı ki aynen uyguladı :))

Ama bu sefer Zokora ve defans atakları başlamadan, çok iyi yer tutarak Kayseri'nin geliştirebileceği atakları başlamadan bitirdiler.

İlk yarıda takımda aksayan biri yoktu. Ama Halil'in istediği katkıyı sağlayamadığını söyleyebiliriz. Oyundan çıkana kadar gözlemlediğim kadarıyla Halil'in güçlenmesi ve kendine güveninin geri gelmesi lazım. Halil'in Trabzonspor için faydalı bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Ama bugünkü hali ile takım arkadaşlarının gerisinde kaldı. Çok koşmuş olması da bu konudaki düşüncemi değiştirmiyor.

İkinci yarıya da, ilk yarı gibi iki takımda birbirine üstünlük sağlamaya çalışarak başladılar. Yine Trabzonpor ağır basmaya ve pozisyonlar bulmaya başlamıştı ki, Henrique - Yasin değişikliği yaptı Şenol Hoca. Beklemediğim bir değişiklik olduğunu söylemeliyim. İkinci yarıya başlarken ben bir Halil-Emre Güral veya Halil - Yasin değişikliği bekliyordum. Ama Henrique gol atamamış olsa da takımın en iyilerinden biriydi ve özellikle ikinci yarıda bulunan 2 pozisyonun da içinde vardı. Fiziksel olarak da bir sıkıntısı yok gibiydi. Yasin de Gençlerbirliği maçındaki performansı ile süpriz bir golcü olabilir diye düşündürmüştü. Fakat sanırım Şenol Hoca'nın da planı tutmadı. Yasin son derece etkisizdi. Oyuna girdikten 5 dakika sonra etkili olamayacağını belli etti. Ben Şenol Hocam'ın ikinci değişiklik için 15 dakika beklemesini de garipsedim. Yasin'i geçen hafta etkili olduğu sol kanada alıp, Halil'i sağa çekebilirdi. Sonra gelen Alanzinho - Vittek, Halil - Emre Güral değişiklikleri de pek etkili olamadı. Trabzonspor'un golündeki Vittek'in pozisyondaki inadını ve assistini saymazsak.

Golden sonra ise, fiziksel olarak oyundan düştü Trabzonspor. Bu nispeten anlaşılabilir olsa da, fiziği iyi olan Henrique yerine oyundan düşen Adrian'ın çıkması, belki Sapara ile yine ileriye top taşıyabilecek bir oyuncunun sahada olması daha iyi olabilirdi. Golün motivasyonu ile, ilk yarıdaki baskıyı kurup, ikinci golü bulacak bir Trabzonspor beklerken, maçı bitiren bir Trabzonpor olmamalıydı sahada.

Taktik anlamdaki düşüncelerim beni bağlar tabi. Şenol Hoca gibi bir tecrübenin değişiklikleri yaparken benden daha fazla şey düşündüğüne eminim. Yine de farklı bir bakış açısı getirebilmek niyetim. Yoksa Şenol Hocam'ın yaptıklarını sorgulamak haddime değil.

Serkan'dan bahsetmeden bitirmek istemiyorum. Zaman zaman Serkan'ı eleştirebilirim. Ama bu akşam ki Serkan'ı hep görmek istiyorum. Uzatmalarda dahi rakibin peşini bırakmayan, mücadele gücü üst seviyede, maça iyi konsantre olmuş ve kazanmayı arzulayan bir Serkan. Tüm takımı bu şekilde görmek istiyorum. Kapasiteleri her maçı kazanmaya yeterli değil. Önemli olan bu değil. Maçın her anında mücadelenin içinde olmak, sürekli ileriyi ve kazanmayı düşünmek istediğim.

Olcan'ın eksik olarak gördüğüm yönü de bu. Maç içinde hırslı ve çok yararlı olduğu zamanlar oyunun büyük bir bölümünü kapsıyor. Ama birkaç an var ki, şeytanın detayda saklı olduğu, işte bize gole mal oluyor. Aynı şey Mustafa'da da var. Öyle zamanlarda yerde kaldı ki, bize ikinci gole mal olabilirdi.


Herşeye rağmen, tadı damağımda kalan bir takım izledim bu akşam. Özellikle ilk yarı. Alanzinho, Adrian fiziksel olarak daha güçlü olabilseler, ikinci yarı da aynı tempo sürdürülebilirdi sanıyorum. Bugünkü oyun için takımı tebrik ediyorum. Artık böyle oynayabildiklerini gördüğüme göre, her hafta ilk yarıdaki oyunu bekliyorum :))

3 Aralık 2012 Pazartesi

14. Hafta Gençlerbirliği - Trabzonspor

"Baba, bu kırmızı siyah spor hangi spor? "

" Gençlerbirliği babacım "

"Hmmm. 4 gol atarız di mi?"

" İnşallah "

Maça başlarken 6 yaşındaki kızımla yaptığımız konuşma :)

Bundan sonra tüm maçların başında  " Kaç gol atarız ? " diye kızıma soracağım.

Oyun olarak bakınca, 4-0'lık bir oyun yoktu aslında. Ama eminim yarın ki yorumların çoğunda skor yazarlarımız Trabzonspor'a methiyeler düzecekler.

Kötü müydü Trabzonspor ? Hayır tabi ki değildi.

4-0'lık skoru hak edecek kadar iyi miydi? O da değildi.

Maçın başında birbirini tartıp, fiziksel olarak üstünlük kurmaya çalışan iki takım vardı. Dengeyi 4. dakikada gelen korner golü bozdu. Sadece skor olarak. Oyun olarak pek birşey değişmedi.

Topu ayağında tutup, pas yapan bir Trabzonspor gördük. Paslar sürekli yana ve geriye olunca oyunda bir gelişme olmadı. Gençlerbirliği de topu aldığında dağınık bir şekilde hücuma çıkınca etkili olamadılar.

18. dakikadaki kırmızı kartla, oyun olarak denge bozulur diye düşündük. Ama olmadı. Yine yanlara ve geriye paslarla zaman geçirdi Trabzonspor. Gençler de geride iyi  kapanıp alan bırakmayınca kısır bir maç seyrettik ilk yarı. Trabzonspor'un ilk yarıdaki tek organize atağında gol geldi. Maç da Trabzonspor adına kolaylaştı.

" Baba, bizim sporun karşısındaki sporun adı neydi?"
" Gençlerbirliği babacım "
" Gençlikbirliği Trabzonspor'a ayıp yaptı di mi babacım? Yapmaması gerekir di mi?"
Bizim kızın kırmızı kart yorumu.

Böyle bir skordan sonra belki söylenmez ama ben Colman'a uzun zamandır taktım arkadaş. Gole kadar iki güzel atağa çıkardı bizi. Sonra 4. dakika itibari ile durdu. Her topu yana ve geriye. Sen Trabzon'u atağa çıkaracak adamsın kardeşim ! Tam tersine köstek oldun takıma. Şenol Hoca'da aldı seni yarıda tabi. Ama bu maç değil ki sadece. Faydalı olduğun maçlar çok gerilerde kaldı. Kendini toparlayacağından ümidi kestim artık. Colman'la ilgili yorumlara bakınca ben futboldan anlamıyorum diye düşünüyorum. Gerçi anlıyorum diye bir iddiam da yok zaten. Gördüklerimi anlatıyorum.

"Genişbirliği, sıfır di mi hala? Niye düştü o spor? Trabzonspor yardım etmese kalkamazdı di mi?

İkinci yarıda da pek bir değişiklik olmadı oyunda.  57. dakikada 3. gol geldi.

Birinci gol, kornerden....

İkinci gol, 43. dakikada Trabzonspor'un tek organize atağından...

Üçüncü gol, serbest vuruştan...

" Babacım Güçlükbirliği, iyi takım ama di mi?"

3. golle beraber Gençlerbirliği de uyandı. Herhalde yeter artık diyip, sağlı sollu kanatları kullanarak Trabzon'un üstüne gelmeye başladı. 10 kişi ile maç 3-0 olmadan böyle oynasaydı Gençler, maça ortak olabilirdi. Tabi Trabzonspor'un 3-0'la beraber maç bitti diye düşünerek geriye çekilmesini de buna en büyük sebeplerden biri.

" Baba Güçlerbirliği, hala sıfır.  Bizim kalecimiz çok iyi di mi?"
" Evet babacım adı Onur."
" Öbürsporun kalecisinin adı ne?"
" Ramazan."
" Ramazan kötü kaleci mi? "
" Hayır babacım bugün şanssız"

Yasin'in şık golü ile maçın skoru da belli oldu. Gençler iyice oyundan düştü ve Trabzonspor arka arkaya ataklar geliştirmeye çalıştı.

Sıkıcı, beni uyutmak üzere olan oyun en azından biraz hareket kazandı.

"4-0'dan memnun olmayacaksan neden olacaksın be adam?"  diyebilirsiniz. Ben Trabzonspor'un heyecan yaratan bir oyun oynamasını, dalga dalga rakibi bunaltıp, nefes aldırmayıp, boğmasını bekliyorum. Bunları yaptığı zaman kazanması şart değil. Ruhu yakalaması, oyunu oynaması önemli. Benim için oyun, risksiz ve hareketsiz oynayıp, yana, geriye paslarla top çevirmek değil. Bu tip oyunu Trabzonspor'a yakıştıramıyorum. Olay bu.

Yoksa 4-0'lık galibiyet tabi ki memnun etti.

İlk gole kadar, takımını isteği de iyiydi. Önde basmaya çalıştılar ve genelde oyuna hakim olabildiler. Bunda 4-6-0 gibi bir dizilişle sahaya çıkmanın da etkisi vardı. Sahada tipik bir santrafor olmasa da Halil ve Henrique ile pozisyona göre tek veya çift forvetli bir dizilişe geçebilen esnek ve çok yönlü bir takım vardı sahada. 4. dakikada gol, 18. dakikada kırmızı kart gelmese muhtemelen daha zevkli bir maç izleyebilecektik. Bundan dolayı memnun olamıyorum Trabzonspor'dan. Potansiyeli görebiliyorum çünkü.

Yazıyı yine kızımın yorumu ile bitireyim : " Babacım, keşke Eskispor'u da yenseydik di mi?"
Baban yesin seni !


26 Kasım 2012 Pazartesi

13.Hafta Trabzonspor - Eskişehirspor

Bir takımı bu kadar çok sevip, böyle bir oyun ve yenilgiden sonra yapıcı birşeyler söylemenin imkansızlığını yaşıyorum.

Bu takım hep problemleri vardı bu sene. Ama en azından savunma konusunda gönlümüz rahattı. En azından gol yemiyoruz diyip, 1 gol atıp üstüne yatabilme şansımız oluyordu. 

Bugün bu ezberi de bozduk. Üstelik birbirinden kötü hatalarla. 

Maçın ilk sadece 15 dakikasını seyreden birinin Eskişehir'in bu maçı aldığına inanması zor olurdu herhalde.  İlk 16-17 dakikası tamamen Trabzonspor'un paslaşmalarıyla geçen bir oyun vardı sahada. Bu paslaşmaların pozisyon yaratmaktan uzak, sadece rakibi tartan paslar olması, Trabzon'un bir türlü pozisyon yaratmak için Janko'nun yanına birini sokmaması, Eskişehir'in de yavaş yavaş çıkmasına ve oyunu istediği gibi oynamasına sebep oldu. 

Eskişehir'in oyunu ve taktiğini iyi analiz eden her takımın Trabzonspor'u çok sıkıntıya sokacabileceğini düşünüyorum. Gördük ki, kendi sahanızda oyunu kabul edip, sahaya iyi yayılıp, fiziksel olarak tatlı sert müdahalelerde bulunup, hızlı ve basit paslarla atağa kalkarsanız,  yetenekli bir kaç oyuncunuz da varsa işiniz pek zor değil Trabzonspor karşısında.  

Eskişehir'in ilk 16-17 dakikadaki geriye çekilip, kapanması beni, " Maçın başında neden bu kadar geride ve mahkum oynamayı kabul ediyorlar ki" diye düşündürmüştü.  Bu oyunun, daha sonrasında Trabzonspor'lu futbolcuların cesaretlenerek, ileriye çıkmalarına ve rakibi zayıf görüp mücadele konusunda biraz daha gevşek davranmasına neden olduğunu gördüm. Belki de plan buydu. 

Öyle ya, ilk 15 dakikayı %67 topla oynama yüzdesi ile geçti Trabzon. Ortasaha oyuncuları iyice ileriye doğru çıkmaya, ortasahadaki savunma görevlerini ihmal etmeye başladılar. Bu ihmaller sonucunda da, 20. dakika itibari ile Eskişehir,  etkili ataklar geliştirmeye başladı. 26. dakikadaki atakta, geliyorum diyen gol geldi. Henüz şaşkınlık atlatılmadan, 29. dakikada 2. gol gelince maç bitti. Bu golden sonra Trabzonspor'un maçı çevirme şansı, zaten yoktu. 

Trabzonspor'un galip gelebilmesi için gol yememesi gerekiyordu. Ancak Eskişehir, rakibini üstüne çekip, ortasahanın ortasında iyi baskı yapıp, kaptığı topları da iyi değerlendirdi. Özellikle sağda Serkan'ın geriye dönüşlerinde sıkıntı olunca, çok adamla hücum eden Eskişehir'in işi kolaylaştı. 

Sadece Serkan değil, ortasaha savunma görevini hiç yerine getirmedi bugün. Zokora'nın eksikliğinin bu kadar hissedileceğini düşünmemiştim. Colman'ın yanlış pas tercihleri, atağa çıkarken top kayıpları, Adrian ve Soner'in etkisiz oyunuyla beraber, savunmada hiç olmamaları bugün gol yemeden sahadan ayrılmalarını imkansız kılan faktörlerdi. 

İki takım arasındaki en büyük fark ise, pas trafiğiydi. Maç sonunda topun daha çok Trabzonspor'da olduğu görünse de, topu etkili kullanan taraf Eskişehirspor'du. Basit, hızlı ve dikine toplarla, direk olarak hedef gitmeye çalıştılar ve atakların çoğunda da başarılı oldular. 

Trabzonspor ise, Olcan, Halil ve Adrian'ın zorlayarak adam geçmeye veya önü kapalıyken şut çekmeye çalışmalarıyla pozisyon bulmaya çalıştı. İlk yarıda Halil'in sağ kanattan nereye attığına pek de bakmadan yaptığı 2 sert orta dışında, pozisyon bulmak için pek fazla bir çabası da yoktu. Maç sonucuna bakınca Trabzonspor'un bu nasıl kaçar dediğimiz bir pozisyonu yoktu. İstatistiklerde de kaleyi bulan şut sayısı ise sadece 1. 

Trabzonspor son iki maçta Janko'ya uygun oynamaya çalışmıştı. Bu maçta da tek forvet olarak Janko vardı sahada. Ama forvette Janko'nun olduğunu unuttular herhalde.  İlk yarıda sadece yerini bulmayan 3 orta vardı. Tek forvetli bir oyunda ortasahadan yeterince yardım alamayıp, üzerine bir de Diego ve Servet gibi hava toplarına hakim iki stoperle başbaşa kalınca, Janko da son derece etkisiz kaldı. 

Pozisyon bulamayan, sahaya iyi dağılamayan, ortasahada savunma yapmayan, geride adam paylaşamayan bir takımla galip gelmek hayal olurdu. Olurdu da, Servet'in iki kişiyi çalımlayıp, Bamba'nın belini kırıp attığı gol olmayaydı daha iyiydi. Kariyerinin golünü attı Servet. Yanlış hatırlamıyorsam, Galatasaray ile oynarken de buna benzer bir golü vardı, yine Trabzon'a. Üçüncüsü olmaz umarım. 

Trabzonspor'un elle tutulur bir yanı olmamasına karşın, Eskişehir'in hakkını da teslim etmek gerekiyor. Sahada çok iyi yerleştiler. Fiziksel olarak mücadeleleri üst seviyedeydi. İyi ve basit oynayıp, paslaşıp, topu boş alanlara çok iyi taşıdılar. Basit ve güzel oynadılar. Bu oyunlarının karşılığını aldılar. Ersun Yanal'ın Trabzon'dan gitmesini yanlış bulan biri olarak, hocamı tebrik ediyorum. 

19 Kasım 2012 Pazartesi

12. Hafta Orduspor - Trabzonspor

Bir yandan 7 aylık oğlumun çığlıkları bir yandan hanımın "Huuuu, huuu, huuuu, hu" sesleri arasında bir ilk yarı seyrettim.

Trabzonspor adına seyretmeyip hanıma yardımcı olsam daha iyiydi. Ama o zaman da bu Orduspor'u izlememiş olmak yazık olurdu.

Orduspor'u ilk defa izledim. Çok beğendim. Hector Cuper usta işi bir takım yapmış. Oyuncular yetenekleri ölçüsünde ustanın istediklerini yapmaya çalışıyorlar. Bu konuda oldukça da iyiler. Son paslar ve vuruşlarda biraz daha becerikli ve şanslı olsalar, ilk yarıyı 2-0 önde bitirebilirlerdi.

Özellikle Hasan, Nizamettin,  Ali ve Garcia'yı beğendim. Bu oyunculara Monje ve Stancu'yu da ekleyebiliriz.

İlk yarıda maçın yıldızları ise, Bamba, Giray ve Onur'du. Böylece maçın ilk yarısının nasıl geçtiğini çok net bir şekilde ortaya koymuş olduk sanırım.

Özellikle Bamba ilk yarı ayakta tutan güç gibiydi. Hem hatasız oynadı hem de takım arkadaşlarını cesaretlendirip oyuna sokmaya çalıştı.

Emre Güral ilk defa onbirde sahaya çıktı. Topla istediği kadar buluşamasa da hareketli ve çalışkan ama sakin oyunu ile bence farklı bir oyuncu olduğunu ortaya koydu. Ayağına aldığı topların büyük bir kısmını olumlu kullandı. Yazılarımı takip edenler hatırlarlar, Trabzonspor'un ilerde hareketli, top isteyen, koşu yapan tarzda bir oyun oynaması gerekir derim. Emre bu oyun yapısına uygun bir oyuncu. Daha fazla dakika alıp, hem kendi hem de takım oyununu geliştirmesine destek olunmalı. Israr edilmeyi hak ediyor.

İkinci yarıya ortada hiç görünmeyen Yasin'siz çıktı Trabzonspor. Zaten yerine biri olmasaydı da yokluğu farkedilmeyebilirdi. Önceki maçların aksine, Yasin bugün sol kanattaydı. Bu kanadı yadırgamasından mı yoksa ilk yarı takımın toptan kötü olmasından mı, hiç bir katkısı olmadı oyuna.

Sapara, Colman, Soner de ilk yarı neredeyse hiç yoklardı. Orduspor ortasahası karşısında hem defansif hem ofansif anlamda etkili olamadılar.

İkinci yarıya, Yasin-Olcan değişikliği çok şey değiştirmiş gibi görünse de, bence değişikliğin tek sebebi bu değildi. Öyle sanıyorum ki, hem Şenol Güneş'in hem oyuncuların kendi aralarında yaptığı konuşmalar çok etkili oldu. Sadece işlemeyen kanat değil, Sapara, Soner'in hareketlenmesini Colman'ın en azından defansif olarak, daha istekli olması ile ortaya bambaşka bir Trabzonspor çıktı ortaya.

Bu değişimin bir sebebi de, Janko, Emre ve Olcan üçlüsünün top Orduspor'da iken oldukça ileride kalmaları, bunun sonuncunda da gol için forvet hattına yaklaşan Ordu ortasahası ile, defansı arasındaki mesafenin oldukça artması. İlk yarı durgun Trabzon ortasahası özellikle Sapara ile bu boşluğu iyi değerlendirdi.

Sahaya çıkarken sanırım bu hafta sağ kanatsız oynayalım demiş Trabzonspor. Maç boyunca sağ kanadı düşünmediler. Zaten pek kimse de yoktu sağda. Kadroya bakınca Emre'nin sorumluluğu gibi düşünülebilir. Ama Emre, Janko'nun yanında ve arkasında oynamadı tercih ettiği için ve nasıl bir taktik verildiğini bilemediğimiz için, pek yorum yapamıyoruz. Sol kanat ise ilk yarı işlemeyip, ikinci yarı Olcan'ın istekli oyunu ile bir miktar çalıştı. İlk gol de Olcan'ın topu çok güzel getirişi ve iyi ortası ile geldi.

Gol, Emre'nin çok iyi yere koşu yapması, Olcan'ın çok iyi ortası ve Janko'nun düzgün vuruşu ile geldi. Janko geldiğinden beri ilk defa ona uygun bir pozisyon yaratıldı. Bu tür atak denemelerinin çok daha fazla olması gerekir. Emre'nin doğru yere yaptığı koşu en az Olcan'ın ortası kadar golde pay sahibi.

Colman çok pas hatası yaptı. Ancak kendini ve sürekliliğini bulduğunda ikinci yarıdaki oyun ile Trabzonspor yarışın içinde kalmaya devam edecektir.

İkinci yarı Trabzonspor'un çok iyi olması, Ordu'nun kötü olduğu anlamına gelmiyor. İlk yarıdaki kadar pozisyon buldu Ordu'da. Golü de geliyorum dedi ve geldi.  Golde 6 Orduspor'lu futbolcu Trabzonspor ceza sahasındaydı. Ordu ilerde çok iyi çoğalıp, oyuncuların birbirlerini iyi desteklemesiyle baskı kuran, topu ilerde tutabilmeyi becerebilen bir takım. İyi pozisyonlar buluyorlar. Bugünden daha becerikli oldukları maçlarda galibiyete çok rahat ulaşırlar.

İlk yarı keyif veren bir Orduspor, ikinci yarı ise güzel bir maç izledik. Her iki takıma da teşekkürler.

10 Kasım 2012 Cumartesi

11. Hafta Trabzonspor - Akhisar Belediyespor

Bugün kanatsız bir Trabzonspor dizilişi vardı sahada. 

Olcan ve Volkan'ın ilk onsekizde bile olmayışları, Şenol Hoca'nın işler kötüye gitse bile farklı çözümler  arayacağının mesajı oldu bu oyunculara. 

Gerçekten de bu iki oyuncunun sezon başından beri formsuzlukları kaliteli Türk oyuncu sayısı yeterli olmayan Trabzonspor'un en büyük sıkıntılarından biri. 

Sanıyorum ki bu nedenle, Şenol Hoca, Zokora'nın önünde Colman ve Sapara, onların önünde Adrian, ve ileride de Halil ve Janko'yu tercih ederek, orta bölgedeki tüm kozları aynı anda görmek istedi. Kanatlardaki sorumluluklar ise iki bek Emerson ve Serkan'a aitti. 

Rakibin Akhisar olması da bu, denemeyi yapabilmenin nedenlerinden biridir diye düşünüyorum. 

İlk 7 dakikada gelen 2 gol ve iyi futbol, bu taktiğin tuttuğunun göstergesiydi. Gerçekten de ilk 10 dakika, futbolu özlemiş Colman, moralli Adrian, hareketli Halil, dengeli Janko ve iyi bindirmeler yapan iki bek ile etkili bir oyun seyrettik. 

İkinci gol ile beraber işleyen makine durdu ve daha önceki haftalardaki rakibi bekleyen, zamanında basmayarak, rakibin oynamasına izin veren takım geri döndü. Sanki Şenol Hoca maç boyunca iki gol atmak üzerine bir talimat vermiş, maçın başında da iki gol bulununca da artık maç bitmişti. 

Rakibi bekleyince, kanatlardaki eksik oyuncular kendini belli etti ve özellikle Emrah, Akhisar hücumlarının baş mimarı oldu. Buradaki boşluğa ikinci yarının ortalarına kadar da müdahele edilmeyince, Emrah maçın yıldızlarından biri oldu. 

İki gol yemesine rağmen dağılmayan, Trabzon'un sahasından çıkmadığını gören Akhisar ise,  her atağında özgüven tazeleyerek, daha etkili gelmeye başladı. Sonunda da ilk yarı boyunca, Giray ile Mustafa'nın arasında kaybolan Bruno, yakaladığı ilk pozisyonda golünü attı. 

Akhisar'ın golü de uyandırmadı Trabzon'u. Akhisar Belediye, beraberliği yakalayabilir ve geçen haftanın bir tekrarını yaşatabilirdi. 

Şenol Hoca'nın golden sonra Yasin-Sapara değişikliği önce Emrah'ın hızını kesti. Daha sonra 3. bölgede daha fazla top tutmaya başladı Trabzonspor. Adrian-Yasin ikilisinin geçen haftanın aksine doğru seçimler yaptığı paslaşma sonucunda da Adrian ikinci güzel golünü atarak maçı bitirdi. 

Adrian, bu takımda yeri olduğunu iki haftada da takıma yaptığı katkı ile ispatladı. Bugün 3 golde de vardı. Oyunun genelinde de takımı ileriye taşıyabilen nadir oyunculardandı. Devamlılık problemini çözebilse Trabzonspor için büyük bir kazanç olur. Yine de bu hali ile bile, daha önce neden oynatılmadı sorusunu sorduruyor. 

Janko'nun bugün gol atmasını bekliyordum. Şut çektiğini hatırlamıyorum. Demek ki etkili bir şutu olmamış. Tabi bunları bugünkü kanatsız oyunu düşününce doğal karşılamak gerekiyor. Janko geriden şişirilen hemen her topu doğru yere indirdi ve kendi sahasında kadar gelerek takımın top çıkarmasına yardımcı olmaya çalıştı. 

Top çıkarmak demişken, bu konu üzerinde çok çalışması gerekiyor takımın. Oynadıkları tüm maçlardaki en büyük sıkıntı bu. Topu kaptıktan sonra atağa çıkarken, kaptırılan topların, hatalı verilen pasları sayacağım önümüzdeki hafta. Aksihar karşısında en az 10 topu atağa çıkarken, çok basit bir şekilde kaybettiler. Pozisyon bulmakta bu kadar zorlanan bir takımın, ayağındaki topu kullanırken daha dikkatli kullanması gerekir. Hızlı çıkabilmesi gerekir. 

Geçen haftalarda ölü toplar demiştik. Bu konuda gelişme var. Gollerden biri kornerden geldi ve kornerler artık tehlike yaratmaya başladı. Serbest vuruşlarda da biraz daha dikkatli olunması ve birkaç çalışılmış varyasyon olması gerekir. 

3-1 biten bir maçta, coşkulu, gaza getiren bir yazı yazmak isterdim ama 2-0'dan sonraki görüntü beni endişelendirdi. 

10.dakikada maç bitti havasını, rakibi ısırmamayı ve oynamasına izin vermeyi kaldıramıyorum. Sen Trabzonspor'sun, kaç farklı önde olursan ol, oyuna hakim olmalı ve kendi oyununu oynamalısın. Bugünkü rakip bu durumunu değerlendiremedi. Ama Bursa, Mersin, Antalya gibi rakipler karşısındaki oyuna bakınca, bu seneki durumun pek iç açıcı olmadığı ortada. 

Kanatsız oyunda ilk 7 dakikadaki oyunu, 90 dakikaya yayabilen bir oyun anlayışı ve fiziksel devamlılık sağlanabilirse, Trabzonspor, yine keyifle izlenen bir takım olur. 

Bakalım arayışlar ne yönde devam edecek?


6 Kasım 2012 Salı

10. Hafta Antalyaspor - Trabzonspor

Dün yapmak zorunda olduğum bir seyahat nedeniyle maçı seyredemedim.

Özetler ve istatistikler üzerinden yapacağım yorumlarımı. Maçın tekrarını yakalayıp seyredince, güncellemeler yapabilirim.

Hafta içinde, Emre Güral'ın oynayacağı haberleri asılsız çıktı. Oysa Emre Güral da geçen Cuma kendi twitter hesabından, " Now it's my turn " diyerek oynayacağının sinyalini vermişti. Cuma'dan pazar'a ne değişti bilemiyoruz. Ama sahaya çıkan takımda yine tek forvet tercih edilmişti.

Muhtemelen Antalyaspor'un 3 tehlikeli hücumcusunu daha iyi kontrol edebilmek için ortasahayı daha kalabalık tutarak kontrol etmek istedi Şenol Hoca.

Adrian'ın henüz maçın başında bulduğu gol, ilk deplasman galibiyeti için de bir işaret gibi gelmiştir. Golden bahsetmek gerekiyor. Janko'nun dönüşü, Adrian'ın takipçiliği müthiş. Her ikisini de geldiklerinden beri yaptıkları en müsbet hareketler olabilir.

Golden sonra, seyrettiğim görüntülere ve istatistiklere bakınca ağırlıklı olarak oyun Antalyaspor'un kontrolünde geçmiş.

Oyunu Antalyaspor domine ederek, %58'lik bir topla oynama oranı, 11'e 3 korner, 14'e 8 şut ile oynamış. Demek ki, oyunda birşeyler yapmaya çalışan taraf Antalya olmuş.

Bunlar Bursaspor'dan sonra arka arkaya ikinci maçta, Trabzonspor'un istediği oyunu oynayamadığının göstergesi.

Özet görüntülerde, Trabzonspor'un geriye fazla yaslandığını, Adrian, Olcan ve Yasin'le hızlı çıkarak pozisyon bulmak istediğini ve bunda da pek başarılı olmadığını görüyoruz. Genelde Antalya ataklarında ise, defansif anlamda Giray'ın başarılı oyunu ile uzaktan şutlar ile gol aramak zorunda kalmış.

Bu genel görüntüye  Trabzonspor adına iki istisna pozisyon var :
 
Birincisi, Adrian ve Yasin'in beraber getirdikleri kontra top, ki burada Yasin'in Adrian'ı takip edip, Adrian'ın açısı daraldığında, ceza sahasının ön çizgisinde topu isteyip, kaleyi cepheden gören bir pozisyonda şut çekmesi daha doğru olurdu,

İkincisi Yasin'in sağdan getirip, çok güzel ceza sahasına girip, kötü bir tercihle topu auta atması. Burda da yine Adrian'la Yasin topu beraber getiriyorlar. Bu kez Adrian, Yasin'i yanlış açıyla takip edip, Yasin'in kendisine pas verme ihtimalini ortadan kaldırıyor.

İki çok güzel atak, iki doğru takip yapılmaması ve topla oynayan oyuncunun yalnız bırakılması nedeniyle sonuçsuz kalıyor.

Trabzon'un başka pozisyonu yok.

Özet olduğu için oyuncu bazında genel performansı değerlendirmesi yapamıyorum.

Ancak Adrian, oyunun ilk yarısında içinde olduğu pozisyonlarla bile bu takımda yer bulması gerektiğini kanıtlıyor. Fiziksel olarak güçlenmesi ve daha çok dakika alarak takım oyununu geliştirmeli.

Yasin de dinamo gibi çalışmış. Zor olan kısmını yapıp, pozisyona yaratıyor ancak son vuruş ve paslarda aceleci davranıyor.

Giray Antalya ataklarına neredeyse tek başına direnmiş. Futbolu ve formasını özlediği çok belli. Umarım bu performansını tüm sezona yayar. Bunu başarabilirse, milli takımın da değişmezlerinden olabilir.

Janko da gol ile tanışabilirse, takıma daha faydalı olmaya başlayacaktır diye düşünüyorum. Golden sonraki oyun yine Janko'ya göre bir oyun değil. Halbuki ilerde kaleye arkası dönük pivot santrafor olarak oynayabilir bir görüntüsü var. Ya ben uzaktan yanlış görüyorum, ya da takım arkadaşları henüz bu özelliğini keşfedemediler.

Tamamını izlemediğim bir maç hakkında daha fazla yazmayayım. Özet görüntüler ve istatistiklerden çıkarabildiklerim bunlar.

Antalyaspor'u tebrik edip, haklarını teslim ederek bu haftalık burada bitirelim....


28 Ekim 2012 Pazar

9. Hafta Trabzonspor - Bursaspor Maçı

Sonda yazacağımı baştan yazayım : Yasin'in golü  nizamiydi. Bamba arkasından gelen Musa'yı görmeden ayağını uzattı. Hakem pozisyonu doğru değerlendiremedi. Tehlikeli hareket kararına sebep olabilecek bir pozisyon değildi. 

Bunun dışında, Trabzonspor maçı kazanmayı pek istemedi. Bursaspor, takım olarak ne yaptığını ve ne istediğini bilen takım görüntüsündeydi. 

Maçtan önceki söylemlere göre, Trabzonspor ilk kez 2 forvet olarak sahaya çıktı diyebiliriz ancak Halil'in bir forvet olarak oynadığını söyleyemeyiz. Halil oyunda kaldığı sürece, hep oyunun içinde vardı. Mücadele yönü yüksekti, ortasahadan top gelmeyince geriye gelip atak geliştirmeye, top taşımaya, sorumluluk almaya çalıştı. Ancak, bunların hepsi sahaya kaptan olarak çıkan Halil'in yetenekleri arasında yer almıyor. 

Ortasahaya gelince, kenarlardan Olcan ve Yasin, ortadan Sapara pozisyon yaratacak verimlilikten uzaktılar. 

Sol kanatta, Olcan'ın daha etkili olmasını bekledim. İlk yarıda arkasındaki Emerson'dan oldukça iyi destek aldı. Emerson hem defansif anlamda çok top kesti ve kazandı, hem de bu kazandığı topları genelde iyi değerlendirdi.

Sağ kanat ise, Yasin ve Zeki ikilisi ile biraz daha etkili göründü. Özellikle, Zeki ileri çıkışları ile, sorumluluk alması ile, etkili olmaya aday ortaları ile Trabzonspor'daki en etkili oyunculardan biri oldu. Zeki'yi tebrik etmek lazım. Formasının hakkını veriyor. 

Mücadele eden kanatlar ise, ortaya akıl koymayı beceremedi. Janko gibi bir santrafor ile oynarken, çizgiye inmeniz, yüksek toplar yapmanız, kenarları daha iyi kullanmanız gerekirdi. Ancak Bursaspor stoperlerinde eriyen birkaç orta dışında, yapılan ortalar, kullanılan kornerler genelde alçak, isabetsiz toplardı. Böylece tüm avantajı rakip stoperlere verdiler. Bu şekilde oynanacak oyun Janko'ya göre değil. 

İlk yarı istatistiklerine bakınca, sahada olmayan iki oyuncu vardı : Janko ve Zokora. Janko ilk yarıda defanstan çıkardığı üç kafa topunda göründü en azından. Ancak Trabzonspor'un oyun anlayışının yanlışlığı içinde kayboldu. Zokora ise ilk yarı bir iki kestiği top dışında yoktu. Ben şahsen istatistiklere bakınca, ikinci yarıya Zokora yerine Soner'le başlardım.

İkinci yarı Trabzon'dan daha hareketli bir oyun beklerken aynı oyun devam etti. 62. dakikada golü yedikten sonra hareketlenir gibi görünseler de, buna sebep Bursaspor'un istemsiz geriye çekilmesi sebep oldu.  Zokora ileri çıkarken topu kullanabileceği en kötü şekilde kullanarak golün asistini yaptı. Gol ise, Trabzonspor'un defansif anlamda konsantrasyon eksikliği yaşadığı, hatta ciddiyetsiz kaldığı tek pozisyondu sanırım. Özellikle Emerson'un bu golde büyük hatası ve ciddiyetsizliği olduğunu düşünüyorum. Bu oyuncu ikinci yarı oyundan inanılmaz bir düşüş yaşadı ve engelleyebileceği bir şutun gol olmasına sebep oldu. 

75. dakikadan sonra yüksek toplarla oynamaya başladı Trabzonspor. Emre Güral'ın girmesi, Bamba'nın ileriye çıkması ile bu toplara ilk müdahalede başarılı oldular ve bir kısmında tehlike de yarattılar. Buna rağmen Carson'un önemli bir kurtarışı olmadı denebilir. 

Bursaspor ise kesinlikle haklı bir galibiyet aldı. Golü ilk yarıda da bulabilirlerdi. Onur'un kurtarışlarına takıldılar. Orta sahada, Belushi ve N'Diaye ikilisi Trabzonspor ortasahasına oynama imkanı vermedi ve kazandıkları topları Batalla ile buluşturarak tehlike yaratmaya çalıştılar. Nitekim gol de bu şekilde oldu. 

Golde Batalla'nın vuruşuna ayrıca değinmek lazım. O açıdan başka herhangi bir noktaya vursa, Onur yine topu çıkarabilecek noktada duruyordu. Attığı nokta herhangi bir kalecinin uzanamayacağı nokta. Golü alkışlamak ve Batalla'nın hakkını vermek gerekiyor. 

Yalnız, Bursa'nın hücumda Batalla'nın performansına bağlı bir görünümü var, gününde olmadığı zaman pozisyon bulmakta zorlanabilirler. 

Sonuç olarak Bursaspor, hakemin oyuna etkisiyle de olsa, hakettiği bir galibiyet aldı. Taktik olarak istediğini yapan takımdı. Trabzon'daki ilk galibiyetlerini almak üzere geldiklerini gösterdiler ve bunu da başardılar. 

Trabzonspor ise, ortasahadaki problemini çözemediği sürece daha çok sıkıntı yaşayacağa benziyor. Forvetine göre oynamayı beceremeyen bir ortasaha ile işleri çok zor. Bugün hem fiziksel, hem yaratıcılık olarak eksik kaldılar. Colman'ın eksikliği daha önce pek hissedilmemişti ama bugün Sapara'nın yerinde olsa daha iyi olabilirdi. Ortadan ara pas denemeyen, kenarlara inemeyen bir takımın pozisyon bulamaması kadar doğal birşey olamaz. Trabzonspor zor gol yiyor evet, ama aynı şekilde çok zor da gol yiyor. Trabzonspor'un bence oynaması gereken sistem 4-4-2. Ortasahadaki problemini çözüp, forvetine göre oynamayı öğrenmeli.

Romanya maçından sonra Volkan'ın hatalı yediği golden sonra yaptığım yoruma benzer bir yorumla bitireceğim : Evet hakem hatalı bir karar verdi ve Trabzonspor'un golünü vermedi. Ama beyler, bu gol Trabzonspor'a galibiyeti getirmeyecekti zaten. Buraya odaklanalım.

Bu arada Bursaspor Başkanı Recep Yazıcı'nın rahatsızlandığı haberini veriyor TV şimdi. Allahtan önemli bir durum söz konusu değilmiş. Kendilerine geçmiş olsun dileklerimizi de iletelim. 







Bu Kafa Ne Kafası ?

Blog yazmaya başlarken, buranın Trabzonspor'la ilgili olmasını düşünmüştüm. Ancak sporla ilgili başka konularda da söyleyecek o kadar çok şey var ki, bahsetmeden geçemeyeceğim.

Bugün sabah gazeteye bakarken dikkatimi çeken haber :  Tanya'nın Dizi Döndü .
Böyle bir haber başlığını görünce Tanya'nın çok önemli bir sporcu olduğunu ve hepimizin tanıması gereken biri olduğunu düşünürsünüz. Kim olduğunu tanımadığım için - bilmemek değil, öğrenmemek ayıp sonuçta - haberin detayını okudum.

Tanya Sabkova, Bayanlar Voleybol 1. Ligi'nde yer alan Beşiktaş takımının bir oyuncusu. Haber, Tanya'nın kim olduğundan ziyade yaşananlarla alakalı.

Maç sırasında dizi dönen sporcuya müdahale edecek doktor, onu saha kenarına, soyunma odasına götürecek sedye, hastaneye götürecek ambulans yok !

Haber bu !

Dizi dönen oyuncuyu soyunma odasına arkadaşları taşımış !

Bu olay, adı profesyonel bir ligimizde oluyor ! Amatör liglerdeki durumumuzu siz hesap edin.

Voleybol Federasyonu'nun maçlardan önce bu tür sorumlulukları kontrol eden bir görevlisi yok mudur? Federasyonun görevlisi yoksa, hakemler takım doktoru, sedye gibi temel sağlık ihtiyaçlarını kontrol etmezler mi? Etmezlerse bu maçlar nasıl oynanıyor ?

Diz dönmesi ile ucuz atlatılmış. Ya o anda hayati tehlikesi olan ve müdahale edilmesi gereken bir durum olsaydı ? 112'den ambulans çağırıp gelmesi mi beklenecekti?

Gazetelerde görüp, bir çoğumuzun iki satırını okuyup geçeceğimiz bir haber olmasına rağmen, spora bakışımızı çok güzel gözler önüne seren bir durum bu.

Adı profesyonel(!) bir ligimizde düşülen duruma bakın !

Bundan sadece federasyonu sorumlu tutup, takımları ve oyuncuları işin dışında tutmak da olmaz bence. Durumu farketmeyen, kontrol etmeyen kulüpler ve onların yöneticileri de aynı şekilde sorumludur. Doktor, sedye olmadan o maça çıkan oyuncular da.

Kafa bu kafa da, neyin kafası? Cehaletin mi, vurdumduymazlığın mı?

Ondan sonra Milli Takım niye Romanya'ya yenildi, Macaristan'dan fark yedi?

Ne alakası var demeyin. Bakın 1. Voleybol Ligimizde yaşanıyor bu olay. Profesyonel liglere, kulüplere nerden sporcu yetişecek ? Amatör liglerden olması gerekir değil mi? E, bu kafayla nasıl yetişecek? Daha en önemli önlemlerden birini almıyoruz.

Demek ki, gelişi güzel oluyor herşey. Başıboş bırakıyoruz ortalığı. Abisi, dayısı olan bir yere geliyor. Ne yiyebilirim diye bakıyor. Yediğini yiyor. Yiyemediğini nasıl yerimin planını yapıyor. Sporcular da kendi hallerinde ne olurlarsa oluyorlar.  Pek kimsenin de taktığı falan yok bu durumda. Profesyonel ligimizde yaşananlara bakınca, amatörlerde neler oluyordur ki ?

Hepimizin vardır çevresinde, çok yetenekli olup, amatör ligde futbol oynayan, başlayan ama daha sonra bir sakatlık yüzünden, bırakmak zorunda olan.  Halbuki bacağı kırılan bir oyuncu bile 6 ay sonra sahalara dönebiliyor.

Sadece sağlık kısmı mı peki, diğer kısımlar doğru mu? Arda'nın yıllar önce söylediği bir söz vardı " 4-4-2'nin ne olduğunu milli takımda öğrendim" diye. Hatırlar mısınız bilmem. Çok net olarak altyapıların, durumunu ortaya koymuyor mu?

Buradan bakınca,  olimpiyatlarda neden başarılı olamadığımızın, ata sporumuzda neden eski başarıları aradığımızın, halterde döküldüğümüzün, en popüler spor dalımız futboldaki sürekli geriye gidişimizin ne kadar doğal olduğunu görmek için uzman olmaya gerek var mı?

Bence yok.

Söylenecek daha çok şey olmasına rağmen, sözü daha fazla uzatmaya gerek olmadığı gibi.


21 Ekim 2012 Pazar

8.Hafta Beşiktaş - Trabzonspor

Maçın heyecanı bitmeden yazmak istedim bu sefer.

Güzel bir maç oldu. Özellikle 2. yarı ve Beşiktaş açısından.

İlk yarıda top genel olarak Trabzonspor'da görünse de, pozisyon yaratma konusunda Beşiktaş daha iyiydi.

Trabzon'da, santraforsuz bir oyun anlayışı vardı. Genel olarak soldan Olcan'ın geliştirdiği ataklarla pozisyon bulmaya çalıştı. Sağdan oyunun ilk dakikalarında Zeki'nin Yasin'e iyi destek olması ile, birkaç pozisyon yarattı. Ancak Yasin'in top kayıpları, yanlış seçimleri sol tarafın daha iyi çalışmasına neden oldu.

Bugün uzun zamandan beri ilk defa, Trabzon takım olarak oynamaya çalıştı. Sağdan ve soldan kanatları kullanmak istedi. Dönen topları kazanmasını bildi ve rakip cezasahasına gelene kadar iyi işler yaptı. Ancak, Halil'in düşük performansı, topu tutamaması, pozisyona girme konusunda eksik kalması Trabzon'un da pozisyon bulmasını güçleştirdi. Trabzonsporun takım olarak halen daha hareketli oynamaya, top almak için istekli olmaya ihtiyacı var.

Bugünkü oyuna bakınca, Trabzonspor, santrafor olmadan oynamak gibi bir anlayışa sahipti dedik. Bu anlayışla başarılı olabilmek için, ortasaha oyuncularının, birbirleriyle sürekli yardımlaşmaları, hareketli olmalı, ara koşular yapmalı, pivot, önde top tutabilen yardımcı bir forvetin de bu ortasaha oyuncuları ile top alışverişi yaparak, pozisyon yaratmaya çalışılması gerekir. Trabzonspor bugün bunu yapmaya çalıştı ama pek başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Tek başarılı ataklarında golü buldular zaten.

Golde çok itiraz edildi, tartışılacaktır da ama Fernandes topu Olcan'a çarptıramadığı için hakemin devam kararının doğru olduğunu düşünüyorum.

İlk yarı Beşiktaş'ın planları pek tutmadı. Solda süpriz bir şekilde, Almeida, ortada santrafor olarak Batuhan'la başladılar.  Öyle sanıyorum ki, kanatlardan gelecek toplarda diğer kanattaki oyuncunun içeri girmesi ile forvet sayısını ikiye çıkarmayı planlamıştı Samet Aybaba. Ama Almedia solda, Holosko sağda kanatları çalıştıramayınca ataklar genel olarak ortadan Fernandes'in kişisel becerileri ile gelişti.

İkinci yarı Beşiktaş, Olcay'ı sola alıp, Almeida'yı yerinde oynatınca Trabzon'u sahasına hapsetti. İkinci yarı tamamen Beşiktaş'ın kontrolünde geçti. Özellikle solda, Olcay'ın hareketli oyunu oldukça zor anlar yaşattı Trabzon'a. Olcay'ı geldiği günden beri izliyorum. Eksikleri olsa da, milli takımın şu anki halinde solda oynayabilecek bir performans sergiliyor.

Trabzonspor'a ise ikinci yarıda ne olduğunu kimse anlamamıştır sanırım. Orta sahada özellikle savunmada son derecek etkisiz bir kalarak, hakimiyeti Beşiktaş'a bıraktılar. Soner ve Yasin'in etkisiz oyunları, Halil'in top gelmeyince kendisinin almaya gitmesi, Trabzonspor'un pozisyon yaratamamasına sebep oldu. Barış ve Volkan değişiklikleri de derde derman olamadı. Volkan'ının takım için oynamaya başlaması lazım artık. Aksi takdirde Trabzonspor'un daha fazla Volkan'da ısrarcı olmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Maalesef gelirken yarattığı beklentiyi karşılamaktan çok uzakta.

İkinci yarı arka arkaya gelmeye başlayan ataklarla, Beşiktaş önce golü buldu. Golü bulan Beşiktaş, önce bir duruldu ve Trabzonspor'a ayak uydurdu. Kötü günündeki Holosko'nun yerini Mehmet Akyüz'e bırakması ve Trabzon'un da öne çıkmasıyla, arka arkaya pozisyonlar bulmaya başladılar. Bu pozisyonlarda ise, Onur'un başarılı kurtarışları sayesinde beraberliği kurtardı Trabzonspor.

Şu anda Şenol Güneş konuşuyor. Diyor ki, "Gol yiyene kadar oyun disiplini ve anlayışımızda problem yok. Takım oyunundan memnunum. Golden sonra, panikle oynadık. " Birebir bu kelimeler olmasa da, bu anlamda ifadelerde bulundu.

Sevgili Hocam'a maçın ikinci yarısının gol gelene kadar ki kısmını, tekrar izlemesini rica ediyorum. Mücadele etmeyen, etkisiz, sahasından çıkamayan bir oyun vardı sahada. Bundan memnun olmasına imkan yok. İkinci yarı başında, bazı oyuncularda da özgüven fazlalılığı bir ciddiyetsizlik olduğunu düşünüyorum.

Avantajını kullanamadı Trabzonspor. Beşiktaş deplasmanında öne geçtin mi bunu değerlendirip maçı kazanacaksın. Tüm oyunu aynı ciddiyetle oynayıp, sonuna kadar mücadele edeceksin. Etmezsen, ikinci yarıdaki duruma düşersin. Janko konusunda birkaç düşüncem var, bunları yazmak için birkaç hafta daha beklemeye karar verdim. Durumu hemen önyargıyla değerlendirmiş olmayalım.  Oyuna girdiği dakika itibariyle faydasının olmayacağı belliydi.

Beşiktaş özellikle son 15 dakikada müthiş bir oyun oynadı. Fernandes, İbrahim Toraman ve Olcay öne çıkan oyunculardı. Fernandes'i izlemek gerçekten büyük bir keyif. Umarım hep bu ciddiyetle oynar ve Beşiktaş'a faydalı olmaya devam eder.  Oyun ve mücadele olarak iyi bir oyun ortaya koydu Beşiktaş. Takım olma yolunda Trabzonspor'dan daha çok yol kat ettiklerini ispatladılar.

Galatasaray, Fenerbahçe, Ordu, Gençlerbirliği ve Kasımpaşa'nın berabere kalarak puan kaybettiği bu haftada özellikle Trabzonspor, büyük bir fırsat kaçırdı. Haftanın kazananı, Antalya oldu.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Macaristan - Türkiye Milli Maçı

Gittiğimize gideceğimize pişman olduk.

Sanırım en kısa bu şekilde özetleyebilirim durumu. Maçtan hemen sonra yazmak istemedim. Daha objektif yorum yapabileyim diye. Ama düşüncelerim pek değişmedi.

Hollanda maçıyla Romanya maçı arasında geçen süre içinde ne olduğunu biri açıklamalı. Hollanda maçı ile beraber yeşeren umutlarım, Macaristan'da Puşkaş Stadı'nın çimlerine gömüldü.

Maçtan önceki yazımda, takımın farklı bir motivasyonla çıkacağını ve maçı düşündüğümüzden daha kolay alacağımızı düşündüğümü yazmıştım. Nitekim maça da iyi başladık. Ama organize olmakta, top ileri taşımakta, ilerde topu tutmakta zorlandık. İlk organize atağımızda da golü bulduk zaten. Golden sonra da maçı bitirdik zannedip, oyunu Macarlara teslim ettik. Yediğimiz ilk gol, hataları bir kenara bırakırsak, zaten geliyorum diyordu. Bundan sonra da özgüven eksikliği mağlubiyeti getirdi.

Bunu dile getirmek yazmak istemeyen kişilerden biriydim ama sanırım şunu itiraf etmek gerekiyor : Abdullah Avcı'nın aşısı tutmadı. Ortada ne oynadığını bilmeyen, yaratıcılıktan uzak, koşmayan, mücadele etmeyen bir takım vardı.

Hep kızıyoruz ya, sürekli yan pas, geri pas yapıyoruz diye, yapacak başka birşeyimiz yok gerçekten. Bunun için yapıyoruz. İleride koşan, defansı yıpratan, arkadaşlarına pozisyon hazırlayan bir santraforumuz yoktu bir kere. Mevlüt yerine neden Umut'la başlamadık anlamış değilim. Bunun yanında, kanatlara açılamayan oyun, ortadan ileriye çıkmakla sorumlu olan oyuncuların defans oyuncuların arkasında kalıp saklanmaları ve yalancı koşular yapmalarıını alt alta koyunca, geriye veya yana oynamaktan başka çare kalmıyor. Emre'yi birkaç kez top ayağında, pas atacak arkadaşını ararken, ama hiçbir koşu denemesinde veya pas alışverişinde niyeti olan arkadaşı bulamadığı için anlamsız toplar atarken gördük. Burda Emre'ye kızabilir miyiz?

Abdullah Avcı başarılı bir teknik adam. İBB'de yaptıkları da ortada. Ancak şu ana kadar ki seçimlerinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Mevlüt mesela, golünü attıktan sonra kayboldu. Hamit mesela faydalı ne yaptı maç boyunca? Tunay mesela, Mehmet mesela... Örnekler çoğaltılabilir. Türk Milli Takımı için gerçekten çıkabilecek en iyi onbir bu muydu?

Öncelikle amaç Brezilya'ya gitmek ise farklı bir onbirle çıkılması gerekirdi diye düşünüyorum. Gol yollarında Mevlüt'e bağlı kalamayacağımızı önceki yıllarda görmüştük. İşlemeyen kanatlarda farklı oyuncular denenebilirdi. En önemlisi, bu maçı almak isteyen oyuncularla sahaya çıkılabilirdi.

Biz statta, bu maçı istediğimizi hissedemedik. Oyuncularımızı tribünde o kadar alkışlamamıza, tezahurat yapmamıza, çağırmamıza rağmen, bir tanesi bile bize dönüp bakmadı. Oysa 500 kişinin beklendiği Türk tarafında yaklaşık 3000 kişi, milli takımı desteklemeye gelmişti. Seyirci bu maçı almaya hazırdı.

Seyirci demişken, tribün liderlerine, amigolara birşey söylemek istiyorum. 40.000 kişilik dolu bir stadyumda, 3000 kişiye tezahurat yaptırırken, taraftarı niye ikiye bölersiniz kardeşim? Bir tarafa " Kırmızı " diğer tarafa " Beyaz " dedirtmekten başka bildiğiniz şey yok mu? Ha bi de Mehter Marşı vardı pardon. Bu kadar mı kötü yönetilir bir tribün? Az sayıdaki taraftarı bölerek, tezahurat yaptırın ki etkisi azalsın di mi? Valla rakip takımın amigosu gelse, o da aynını yapardı.

Yukarıdaki satırlarda aşıdan bahsetmiştim biraz açayım. Abdullah Avcı da maç sonundaki konuşmasında, Türk futbolcusunun eğitimiyle de uğraştıklarını söylemiş. Sanırım bu yüzden altyapı ve genel eğitim düzeyleri biraz daha yüksek olduğu için genelde gurbetçi futbolculardan yana kullanıyor tercihini. Buna genel olarak bir itirazım yok. Ancak Türkiye'de yetişmiş futbolcularla bu arkadaşların oyun stilleri, karakterleri uyuşmuyor. Bir arada pek oynamayan, herşeyleri farklı oyuncuları bir araya getirip arada bir maç oynatınca ortaya çıkan sonuç da pek parlak oynamıyor.

Selçuk-Burak-Umut üçlüsünün oynaması, bunlara Emre, Arda, Caner, Volkan gibi oyuncuların destek olması bu yüzden önemli. Bu oyuncuların bir kısmı yıllardır bir arada oynuyor zaten. Diğerleri de onların tüm özelliklerini yakından tanıyor. Bunların yanına genç oyuncuları monte etmek, değişimi yavaş yavaş gerçekleştirmek daha doğru olurdu diye düşünüyorum.  Değişimi birden yapınca maç içinde, defansla forvet hattı arasındaki boşluğa bir de sağ ve sol kanatlar arasındaki boşluğun eklendiği anlar yaşadık.

Oyuncular arasında yaşananlardan, medyadaki dedikodulardan bahsetmiyorum. Şimdilik dedikodu bunlar.

Ama birileri Milli Takıma ne olduğunun ve soğuk nedeniyle cırcır olmamın hesabını şimdiden vermeli...

15 Ekim 2012 Pazartesi

Macaristan - Türkiye Milli Maç Öncesi

İki gündür Budapeşte'deyiz. Yarın akşamki maç öncesi izlenimlerimi yazmak istedim.

Romanya maçını seyredemediğim için ızun uzun yorum yazmak istemedim. Okuduğum ve etrafımdan duyduğum kadarıyla, daha önce Trabzonspor için yazdığım eleştiriler Milli Takım için de geçerli.

Yavaş ve yaratıcılıktan uzak oyun, pozisyona girememe, girilen pozisyonları kolayca harcama, kolay gol yeme....

Türk futbolunun tipik hatalı, eksik noktaları...

Maalesef bugünden yarına düzelecek şeyler değil...

Romanya maçı ile ilgili Volkan'a yapılan çok eleştiri duydum. Golü de izledim. Evet Volkan hatalı.
Ancak unutulmaması gereken nokta, Volkan o hatayı yapmasaydı da, biz galip gelemeyecektik. Yani Volkan'dan önce, orta sahayı ve forvet hattını eleştirmek gerekir diye düşünüyorum. Volkan pek çok maçta, kritik kurtarışlar yaptı bugüne kadar. İlk hatasında yerden yere vurmak haksızlık olur.

İzlemediğim Romanya maçı ile ilgili başka birşey yazmak istemiyorum.

Macar halkı ile kökü Hun İmparatorluğu'na dayanan bir yakınlığımız kardeşliğimiz var. Bunu milliyetçi Macarlar dışındaki halkın gözlerinden dahi anlayabiliyorsunuz. Türk olduğunuzu öğrenen pek çok kişi Türkiye ile ilgili bildiklerini sıralıyor.

Macar seyircisinin, " Hepimiz Attila'nın torunlarıyız" yazan bir pankart açıp, bu yakınlığı ve kardeşliği pekiştirmek istediklerini öğrendim.

Sonuçta konu bir noktadan sonra, maça geliyor. Sınır kapısından girişte başlayarak, ilk temenni "fair play" çerçevesinde bir oyun olması...

Sonrasındaki skor tahminleri genel olarak Türkiye'nin farklı galip geleceği yönünde. Macar halkı takımına pek güvenmiyor. Hatta arada sevgisizliği uygunsuz kelimelerle ifade eden kişiler de oldu.

Milli takımlarına karşı, hissiyatlar benzer. Türkler de Macaristan maçının zor olacağını, hatta bir kısmı Romanya maçından da zor olduğunu, galibiyetin çok zor olduğunu düşünüyor.

Benim kişisel düşüncem, Abdullah Avcı ve takımı, bu maça ayrı bir motivasyonla çıkacaklar. Bu maç bizim bir şekilde gruptan çıkabilmemiz için son şans. Artık şansımızın kendi elimizden çıktığını söylemek de mümkün. Biz son şansları genelde iyi kullanan bir takımız. Bu maçı düşündüğümüzden daha kolay alacağımızı düşünüyorum.

Hava sağnak yağışlı ancak ılık görünüyor. Statta yaklaşık 500 kişilik bir Türk seyircisi olacağı tahmin ediliyor.

Yarın formalarımızla maçtayız. Bakalım neler olacak?

7 Ekim 2012 Pazar

7. Hafta Trabzonpor - Kasımpaşaspor

Bu hafta özel nedenlerle biraz geciktim.

Trabzon'un ilk onbirini görünce hem biraz şaşırdım hem de aslında beklediğim onbir vardı sahada desem yanlış olmaz.

Şaşırdım çünkü Janko sahada yoktu.

Şaşırmadım çünkü, Janko'ya göre oynayamayan bir takımda Janko'yu ilk onbirde görmeyi zaten beklemiyordum.

Maçın ilk 10 dakikasında harika bir Trabzonspor vardı sahada. Önde baskı yapan, direk ileriye doğru oynayan pozisyon yaratmaya çalışan. Atak başlatırken top kaptırma hastalığından da kurtulmuş görünen...

Özellikle Olcan ve Yasin'in hareketli oyunları ile sağlı sollu geldi Trabzon.

Nitekim maçın ilk 10 dakikası dolmadan, Olcan müthiş bir frikikle golü buldu. Buna da çok ihtiyacı vardı. Golün gazı ile ikinci gol için de çok net bir pozisyon buldu Trabzonspor. Maçı 10. dakikada bitirme şansını da kaçırdı golle beraber.

10. dakikadan sonra ise bir anda takım eski haline döndü. İleri çıkarken toplar kaybedilmeye, yan ve geri oynayan, yaratıcı oyun eksikliği yaşayan.

İlk yarının 40. dakikasına kadar oldukça sıkıcı bir maç izledik. Top ne yapacağını bilemeyen bir Trabzon, kaptığı topu defansın arkasında Adem ve Uche'yle buluşturmaya çalışan Kasımpaşa. Bu sırada özellikle Bamba'nın müthiş zamanlaması, kesici özelliğiyle Trabzon kalesinde pek çok tehlike başlamadan sona  erdi. Burda Bamba'ya ayrı bir parantez açmak lazım. Gün geçtikçe takıma alışıyor ve kalitesini gösteriyor. Zaman zaman dengesiz müdahalelerde bulunsa da, Trabzonspor defansının belkemiği oldu. Mustafa'yı da iyi yönlendiriyor ve onun da oyununun gelişmesine katkıda bulunuyor.

İkinci yarıda bir hareketlenme olur diye bekledim ama hareketlenmek için maçın son 10 dakikasını beklememiz gerekti. Bu 10 dakikada da yakalanan fırsatları şanssızlık ve acelecilik nedeniyle kaçınca 1-0 olsun bizim olsuna razı oldu Trabzonspor.

Janko maçın 87. dakikasında oyuna girdi. Kasımpaşa'nın da öne çıkması ile, arka arkaya pozisyonlar buldu ama bunları değerlendiremedi. Oyuna ısınamadan yakaladığı pozisyonları değerlendirebilse, ilk golüyle bu hafta tanışabilirdi Avusturyalı.

Bu maç yazacak çok şey yok aslında. Saman alevi gibi bir Trabzon, gerisi muhtemelen bu sezonun en sıkıcı maçı. Kasımpaşa'nın da bu kadar kötü olmasını kimse beklemiyordu herhalde. Ben çok zevkli bir maç olacağını tahmin etmiştim. Ama yanıldım. Tam tersi bir maç izledik.

Birkaç haftadır bu takımın zamana ihtiyacı olduğunu yazıyorum. Öyle sanıyorum ki bu maçın ilk ve son 10 dakikaları beni haklı çıkardı. Bu takımın kadrosu iyi. İlk 10 dakikada, oyununu hem savunma hem hücum tarafında Alanzinho, Zokora ve Sapara'dan oluşan orta üçlü işlerini çok iyi yaptılar. Sonra durdular.  Volkan ve Barış'ın girmesiyle biraz daha hareketlendi Trabzon ve son 10 dakikada pozisyonlar buldu.  Bunu tüm maça yayabilirse, Trabzonspor bu sezonu istediği noktada bitirebilir.

Bir parantez de, Olcan ve Halil'e ayırmak istiyorum. Olcan eğer son vuruşlarında biraz daha sakin olabilirse ve takım onun üzerine oynarsa, yeni Burak Yılmaz olabilir. Pozisyonları kokluyor, iyi top sürüp adam eksiltebiliyor. Şu anda son vuruşları eksik görünüyor. Bunun üzerinde durulması lazım. Halil ise, çalışkanlığı ve presi ile, Umut'u andırıyor. Olcan'la beraber, yeni Umut-Burak ikilisi olabilirler. Halil'in çok fazla geriye gelme ve top çıkarmaktan çok, ceza sahasının içinde sağdan ve soldan gelen ataklar için hazır olması gerekiyor. Çok geride kaldığı zaman kanatlardan ender olarak gelişen ataklar, sahipsiz kalıyor.

Bir de Janko gerçeği var tabi. Takım Janko'ya göre oynamayı da öğrenirse, Şenol Güneş'in elinde iki farklı taktiği uygulayan bir ekip olur. İşte o zaman Trabzonspor ligin en keyif veren takımlarından biri olma özelliğini geri kazanır.


2 Ekim 2012 Salı

Güle Güle Kaptan, Yolun Açık Olsun.

Sevgili Alex,

Deliler gibi oynadığım Championship Manager'ın hangi senesiydi hatırlamıyorum. Sen Parma'daydın ve çok gençtin o zamanlar. Yönettiğim her takıma seni transfer edip, müthiş oyununla kısa sürede taraftarın sevgilisi olmanı zevkle izliyordum.

Sonra adın Fenerbahçe ile anılmaya başladı.
"Yok canım bizim Alex mi, öyle bir futbolcunun Türkiye'de ne işi var? Hayatta gelmez" demiştim.

Geldin.

Bir Trabzonsporlu olarak rakiplerimizden birine gelmene ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Yıllar boyunca Fenerbahçe maçlarını senin için izledim. Hep o bildiğim, çok yakın tanıdığım büyük futbolcunun mucizeler yarattığını keyifle izledim.

Taraflı tarafsız herkesin sevgisini, beğenisini kazanmış senin gibi bir futbolcuya bu şekilde davranılmasını kaldıramıyorum. Bu şekilde gönderilmeyi haketmedin. Sebep ne olursa olsun, haklılık payı dahi olsa, yöntem bu olmamalıydı. Seni efsane olarak tanımlayıp, heykelini diken taraftara karşı daha sorumlu olması gerekirdi yönetimin ve teknik direktörünün.

Sevgili Kaptan,

Gönül diler ki benim takımımın kaptanı olsan. Türkiye'de kalsan. Seni hala imkanımız varken biraz daha izlesek. Gönül işte.... İstiyor :)

Neresi olursa olsun, gittiğin yerde mutlululuklar dilerim. Başarılı olacağını geçmişte yaptıklarına bakarak zaten biliyorum.

Güle güle Kaptan, yolun açık olsun.

30 Eylül 2012 Pazar

6. Hafta Trabzonspor - Mersin İdman Yurdu


Galatasaray ve Fenerbahçe'nin yenildiği hafta bizim de puan almamıza gerek yok diye düşündü herhalde Trabzonlu futbolcular. İlk yarıyı bu kadar boş geçirmenin, uyumanın ve uyutmanın başka bir açıklaması olamaz herhalde.

İlk yarı bitiminde kaleye şut denemesi sıfır.

Kaleyi bulan şut değil, şut denemesi sıfır.

Fiziksel olarak güçsüz kuvvetsiz, motivasyon eksik, hareketsiz, durgun bir Trabzon vardı sahada.

Janko diye bir adamın varsa ve tek santrfor olarak oyuna başlıyorsan, kenar toplarla besleyeceksin, kornerlerde, serbest vuruşlarda organizasyonlar yapıp, Janko'yu topla buluşturmak için bir çaban olmalı.

İki kanat oyuncusu Yasin ve Olcan bal yapmayan arı gibi koşup durdular. Yerini bulan bir tane orta yok.

Kornerlerden bir tanesinde bile kafayı vuran oyuncu Trabzonsporlu değil.

Serbest vuruşların hiç birinde pozisyon yok.

Kanat oyuncuların verimsiz, ölü top organizasyonun olmazsa, Janko ile zaten gol bulma şansın da yok.

Trabzonspor'un ilk onbirine bakınca, yaratıcı bir orta saha ile Sapara, Yasin, Olcan, Soner arkalarında kesici Zokora ile doğru görünen bir beşli vardı sahada.  Ancak Yasin ve Olcan'ın kötü oyunları, Soner'in ilk yarıda hiç olmaması Sapara'nın fiziksel olarak Mersin ortasahasının arasında kaybolması, koca bir ilk yarıyı heba etti.

İkinci yarıya golle başlamak büyük şans oldu Trabzon adına. Bu golden sonra, bir coşku bir hareketlenme bekledik. Golden sonraki 10 dakika biraz hareketlenme oldu ama sonra ilk yarıdaki ruh haline geri döndüler yine.

İkinci yarının ortalarında anlam veremediğim bir Janko-Henrique değişikliği yapıldı. Anlam verememin sebebi şu : Trabzonspor, tek forvet oynarken, o forvete orta yapmazsan, ara pas atmazsan,  yalnız bırakırsan, o forvetin suçu ne? O forveti besleyemeyen ortasaha, yerine gireni nasıl besleyecek ki?

Nitekim Henrique ile de bir pozisyon bulamadı Trabzonspor. Ama tıpkı Janko gibi onun da bir hatası yok bu konuda. Herhalde, ortasahaya gelip top alır, dripling yaparak bir pozisyon bulabilir diye düşündü Şenol Güneş. Zira Janko'dan bunları beklemek haksızlık olur.

Ortasahada 4 kişi yanyana, hiçbiri santrfora yardımcı koşu yapmıyor, bir kanat oyuncusu top diğer kanattayken içeri girmiyor, uzaktan şut çekmiyor, Mersin savunması rahat rahat markaj yapıyor. Bütün oyun böyle geçti.

Mersin'deki Culio gibi bir oyun kurucuya ihtiyacı vardı Trabzon'un. Mersin ortasahası oyunun iki yönünü de çok iyi oynadı. İleriye çok rahat çıkıp, bol pozisyon buldular. Mersin'in hareketli oyunu, Trabzonsporlu futbolcuların da çok koşmasına neden oldu. Koşulara bakınca, 116km koşmuş Trabzonspor. Oyunun genelinde ise bunu hissetmedik. Özellikle ileriye çıkışlarda son derece yavaş, markajdan kurtulmak için herhangi bir koşu yapmayan bir Trabzon vardı. Üstüne bir de ilk yarı Zokora'nın ikinci yarı onun yerine giren Alanzinho'nun top kayıpları zaten hızlı çıkmaya niyeti olmayan Trabzon'u hücumda  silik bir görüntü vermesine sebep oldu.

Özet olarak, Trabzon'un çok çalışması lazım. Takım oyununu, değişen forvete göre nasıl oynamaları gerektiğini, hücuma çıkarken top kaybetmeden hızlı ve direk oynamayı tekrar öğrenmesi lazım. İyi bir oyun kurucu lazım. Kadro genel olarak iyi. Ligin ilk devresini mümkün olduğu kadar kayıpsız geçip, ikinci devrede takım olup Avrupa'ya katılma hakkını elde etmeyi hedeflemesi gerekiyor Trabzon'un. Eğer bu takım iyi değerlendirilip, takıma direk katkı yapacak 2-3 oyuncu alınabilirse, seneye tekrar şampiyonluğa oynayabilir.


5.Hafta Fenerbahçe - Trabzonspor


Az önce bitti maç.

Bu sabah muhabbetini çok sevdiğim sağlıklı Galatasaray taraftarı bir abimle yaptığım sohbette söylediğim gibi tipik bir beraberlik maçı olarak başladı ve bitti.

Golcüsü olmayan, ortasahayı kalabalık tutup, önce gol yememeyi düşünen iki takım vardı sahada.

Trabzonspor'da dikkat çekmek istediğim bir kaç nokta var :

1- Türk oyuncularının kalitesi nedeniyle maça santrforsuz başladı Trabzonspor. Janko, Henrique kenardaydı. Halil'le başladı Şenol Güneş. Halil de santrfor oynaması gerektiğini bazı pozisyonlarda unutup, ortayı boş bırakınca zaman zaman Yasin, zaman zaman Emerson yaptığı çıkışlarda orta yapacak kimseyi bulamadılar.

2- Olcan bu formuyla yerli kontenjanından oynuyor herhalde. İlk yarı bencilliğinden, ikinci yarı beceriksizliğinden saç baş yoldurdu. Olcan yeteneğinde bir oyuncunun bu kadar telaşlı olmasını anlayamadım.

3- Gerçekten tüm Trabzon'da Mustafa Yumlu'dan daha iyi bir Trabzonlu stoper yok mu? Bu sorunun cevabı "Hayır" ise o zaman altyapı ne yapıyor? Mustafa kesinlikle bu takımın oyuncusu değil. O da Trabzonlu kontenjanından takımda herhalde. Yazık oluyor.

4- Fenerbahçe'yi bugün yenemeyecekse Trabzon ne zaman yenecek? Fenerbahçe'yi bir daha ne zaman böyle yakalayabileceksiniz?

5- Colman'ı bugün hiç aramadım. Ama Selçuk'u çok aradım. Bu takımda kaybedilen oyuncuların hepsinin yeri dolabilir. Selçuk'un yeri hala açık. Yerini doldurmaya aday Soner'in sakatlığı ise büyük şansızlık.

6- Bu takıma Janko'yu veya başka bir golcüyü daha önce getirmeyenlerin ne kadar büyük kötülük yaptıklarını bugün herhalde anlamışlardır.

7- Bu takımın bir ölü top stratejisi, taktiği, çalışması var mı? Varsa bundan sonra çalışmasınlar. Bir tane orta, korner yerini bulmaz mı? Bir serbest vuruşta, rakibi şaşırtacak organizasyon yapılmaz mı? Herkes takır takır pozisyon yaratırken niye Trabzonspor karambole top atıyor sadece?

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Trabzonspor maçı çok rahat alabilirdi.  Bir golcüsü olsaydı herşey çok farklı olabilirdi. Golcü demişken, Janko'dan son 1,5 dakikada ne bekleyerek oyuna aldınız? Oyuna girerkenki yüz ifadesini görebildiniz mi? " Ne yapıcam ben bu saatten sonra? " der gibiydi.

Janko'yu, hazır değilse, oyuna hiç almayın. Veya bir 15-20 dakika şans verin ki, oyuna ısınsın, takımla birlikte oynamaya alışsın.

Bugün eğer yeteri kadar cesur olabilseydi Şenol Güneş,  çift santrfor ile sahaya çıkıp önde basıp, oyunu Fenerbahçe yarısahasında oynayabilseydi, çok daha farklı bir sonuç olurdu. Bugün Fenerbahçe ortasahasının ve defansının Trabzon'un baskılı oynadığı sıralardaki arka arkaya yaptığı hatalar, verdiği pozisyonlar bu tezimi destekliyor.  Trabzon önde bastığı anlarda oyunun kontrolünü tamamen elinde tuttu. Bu dönemde, ortada ve ilerde hareketli, ortada ise yaratıcı oyuncu eksikliğini hissettiler.

Şimdi Fenerbahçe deplasmanında beraberlik iyi sonuçtur diye avunanlar, gömdün takımı diye kızabilirler. Onlar Trabzon ruhunu anlayamamışlar diye düşünerek çok ciddiye almıyorum. Büyük takım ruhu galibiyetin kaçtığı beraberlikle avunmaz. Fenerbahçe'yi böyle eksik ve ruhsuz ve formsuz yakalayınca yenmen gerekir.

Peki herşey kötü müydü? Elbette hayır. Bu takımın zamana ihtiyacı var. Son birkaç sezondur bir veya iki kişi üzerine oynayan bir oyundan, takım halinde oynamak zorunda kalan bir oyuncular topluluğu var karşımızda. Toplu ve topsuz oyundaki yerleşimler, paslaşmalar henüz oturmamış.  Üstelik ilk 11'de direk oynayan 5 oyuncusu eksik. Sakatlıklardan dolayı 5 haftanın 5'ine de farklı onbirlerle sahaya çıkmış. Zaman gerekiyor. İyi yolda. Bu maçta işaretler vardı. Taraftarın sabırlı, oyuncular ve teknik ekibin daha hızlı olmasına ihtiyaç var. Emerson da kazanç kısmına yazılacak artılardan. Hakkındaki tartışmalara cevap verircesine iyi bir oyun sergiledi.

Fenerbahçe tarafına bakınca, Kuyt'ın bu takım için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladık. O olmayınca ne ileriye top taşıyan bir oyuncu oldu ne de Sow'un yanına yardıma giden.

Golcüsü olmayan bir taraf da Fenerbahçe'ydi. Üstelik bu sezon öncesinden de belliydi. Semih'le olmayacağını geçen seneden biliyorduk. Sezon öncesi suni de olsa Sow'un yaşadıkları malum. Ancak yine de mental olarak hazır bir Sow'un da, Fenerbahçe'nin oyunu içinde doğru bir santrfor olduğunu düşünmüyorum. Bienvenue boşa yabancı kontenjanı harcıyor. Yerine altyapıdan birini alıp bazı maçlarda kullanılsa, en azından bir oyuncu kazanılmış olur.

Özellikle son günlerde yaşanan sıkıntılar Fenerbahçe'nin de ruhunu almış. Eskiden böyle durumlarda takımı ateşleyen birileri olurdu. Tuncay gibi. Bu görevi yapacak kimse olmayınca yine kötü bir Fenerbahçe seyrettik. Mustafa Yumlu nasıl Trabzon'un futbolcusu değilse, Bekir de Fenerbahçe'nin oyuncusu değil. Golcü, stoper ve sakatlık sorunlarını çözmüş, ruhunu geri kazanmış bir Fenerbahçe'nin istenen Fenerbahçe olabileceğini düşünüyorum.

Özetle, eksik, öncelikle gol yememeyi düşünen iki takımın ortasaha mücadelesi halinde geçen, temposuz, zevksiz bir maç izledik. Her iki takım adına da pozisyonlar vardı ama bunlar, ya Fenerbahçe adına duran toplardan veya Trabzonspor adına kontrataktan gelişen pozisyonlardı. Yani iki takımında karakteristik pozisyon bulma şekillerinden gelen pozisyonlardı. Bütün maç içinde bu kadar pozisyon olacaktı elbet. Türk futbolunun iki öncü kulübünün oynadığı futbol, eksiklere rağmen içler acısı. Bu halde, Avrupa'da başarı hayal, hem kulüpler hem de milli takım adına.

Başlarken

Diğer blogumda geçen hafta başladığım Trabzonspor maçlarının yorumlarıma burdan devam etmeye karar verdim.

Başlık olarak Trabzonspor Yazıları dedim, ama futbolla ilgili yazacağım herşeyi burdan paylaşacağım.

Olur da okuyan olur, söyleyecek lafı olan, seviyeli bir tartışma yapmak isteyen olursa buyursun gelsin.

Hadi bakalım.