4 Ağustos 2014 Pazartesi

Neeeeeyyyyyy!!!! 10 Transfer mi !!! Tiz vurun kellesini !!!

Biraz önce son yazımı okudum. Güzel yazmışım. Zirvede bırakmışım :))
Uzun zamandır yazmıyordum ama aranın bu kadar uzadığını farketmemişim.

Geçen süre içinde hiç içimden gelmedi, ne futbol izlemek, ne yazmak. Yine de sevdamıza dayanamadık izledik tabi. Ama yazmak istemedim bir türlü.

Yazsam şikeden gireceğim çünkü. Onu yeteri kadar yazan var. Doğrusuyla, yanlışıyla.

Bugün tekrar yazmak istememin sebebi Vahid Halilhodziç'tir. Aslında ismini ilk duyduğumda yazmak istemiştim. Kısmet bugüneymiş.

Öncelikle hoşgeldin hocam !

Ne iyi ettin de geldin. Sen giderken ardından ağlayanlardan, yolunu gözleyenlerdendik.

Geldiğinden beri bekliyordum, hangi sözüne takılıcaz, hangi sebepten liseli ergen gibi nerden atarlanıcaz diye. Çok uzatmadın verdin milletin eline kozu " 10 - 11 transfer olmazsa kalmamın anlamı yok " dedin. Gündemin ortasına oturdun.

Söylediğinden beri yazılanlara, söylenenlere bakıyorum. Şöyle bir derleme yapmak gerektiğini hissediyorum. Sana kızmadan önce bir kaç kişi okur belki diye...

Şimdi şöyle bakalım, sevgili CEO'muz Burak Gürdal sanıyorum 13 Haziran'daki basın toplantısında ne demiş ?

" Son dönemde transfere yoğunlaştıklarını belirten Gürdal, “Trabzonspor, mevcut yaptığı transferleri ve bundan sonraki planladığı transferleri belli bir plan doğrultusunda ve önümüzdeki sezon çalışacağı teknik direktör ile belli bir süredir yürütmekte. Teknik Direktörümüzü şuan için ismen açıklayamıyoruz. Teknik Direktörümüz şuan da Dünya Kupası’nda bir görevi olması yüzünden. Ama kendisi, ekibi, şartları, çalışma koşulları, çalışma programları, kampın ne zaman başlayacağı, hangi futbolcuların bu kadroda yer alacağız, hangi pozisyonlara transfer yapılması gerektiği çok uzun süredir üzerinde düşünülüp tartışılmış ve karar verilmiş konular. Dolayısı ile Trabzonspor, bu doğrultuda transfer hamlesi yapmakta”

Paragraf uzun geldiyse madde madde yazayım, tarih 13 Haziran 2014, Burak Gürdal demiş ki, 

1 - Hocamız belli,
2 - Transferleri beraber planlıyoruz.
3 - Kampa hangi futbolcuların gideceği belli.
4-  Hangi pozisyonlara transfer yapılması gerektiği belli.

Demek ki hoca eksikleri biliyor ve transfer istediği pozisyonları iletmiş. 

Bu tarihten sonra yapılan transferlere bakıyoruz hemen :


FUTBOLCU BONSERVİS BEDELİ
1 Deniz Yılmaz 1,800,000 €
2 Serdar Gürler 1,300,000 €
3 Gökhan Karadeniz 900,000 €
4 Anıl Taşdemir 400,000 €
5 Ferhat Yazgan 90,000 €
6 Kurtuluş Yurt 70,000 €
7 Turgut Şahin 0 €
8 Salih Dursun 0 €

TOPLAM 4,560,000 €

Kamp sırasında gelen Belkalem'i de ekledik mi bunlara etti mi toplamda 9 transfer !!!!
Haydaaaa!!! E biz adam 10 transfer istiyor diye kızmadık mı?

Dur dur daha bitmedi !

Şimdi bir de geleceklerini bildiklerimizi yazalım



FUTBOLCU BONSERVİS BEDELİ
1 Cardozo 5,600,000 €
2 İshak Doğan 2,350,000 €
3 Medjani
4 Fatih Atik
5 Musa Nizam




TOPLAM 7,950,000 €

Etti mi 14 transfer !!! 

Dur dur, bi forvet daha almak lazım. Mitroglou veya bir başkası... O da olursa, etti mi sana 15 !!!!! 

Şimdi Burak Gürdal'ın sözlerine bir daha bakalım : " Hangi pozisyonlara transfer yapılması gerektiği belli. "

Birleştiriyoruz. Vahid hoca zaten gelmeden hangi pozisyonlara transfer yapılması gerektiğini söylemiş. Gelene kadar alınanlara bakalım : 8 transfer. Daha senelerdir konuştuğumuz eksik pozisyonlar olan forvet, sol bek ve stopere direk oynayabilecek adam alınmamış. Şu ana kadar da eksiklerden sadece birine ( Belkalem ) imza atttırılmış. 

Adam gelmeden söylemiş. Yapılmamış. Hala da o gün söylediğini söylüyor.  
Bugüne kadar söyledikleri yapılmadığı için de geç kalındığını ve sinirli olduğunu söylüyor. 

Neye kızıyoruz, niye kızıyoruz? 

Haklı olduğuna mı? Başkası gibi susmadığı ve direk söylediği için mi? 

Kızalım. 

Haklı bir şekilde kızalım hem de. 

Ama Vahid Hoca'ya değil.  

O en masumumuz...

30 Ocak 2013 Çarşamba

Güle Güle Şenol Hocam...

Bir süredir maçları yazmayı bırakmıştım. 

Sağolsunlar,  farkedip soranlara hep aynı cevabı verdim : " Takım o kadar kötü ki, hiç içimden gelmiyor. Bir kan değişikliği şart ama yazmaya elim varmıyor" 

Yazacak çok şey var ama gidenlerle ilgili değil de kalanlarla ilgili sanki. 

Şenol Hoca suçu üstüne alıp gitti. Bize teşekkür edip, yolcu etmek düşer. 

Saygıyla, sevgiyle. 

Kalanlara baktığımızda, sorun hoca mıydı, hava mıydı, yönetim miydi yoksa hepsinden biraz mıydı hepimizin bir cevabı var. 

İki dikkatimi çeken yorum oldu : 
Haşmet Babaoğlu : " Sistem, iki yıldır İstanbul oligarşisine başkaldıran Güneş ve Sağlam'ı cezalandırıyordu. Bu kadar dayandıklarına şaşmalı!  " 

Yılmaz Vural : "Güçlüden yana olan sistemden bıktığı için istifa etti" 

Gerçi Yılmaz Vural, arkasından işi yine Başbakan'a havale etmiş ama olsun. O kadar kusuru hoşgörmek lazım artık. 

Türk futbolunun kısa bir özeti aslında bu iki kısa yorum. Son on yıldır hem kulüpler bazında hem de milli takım bazında Avrupa ve Dünya'daki durumumuza bakınca halimiz harap. Güçlü olan İstanbul oligarşisinin tek derdi de cebini doldurmak olunca futbola yatırım yapacak kimse kalmadı. 

Neden yapsınlar ki? 

Düşünün şimdi en canlı örneği hemen karşımızda : Yıldırım Demirören TFF Başkanımız. Oraya nasıl geldi, niye geldi değil konumuz. Beşiktaş'a gelirken takımın borcu neydi? Giderken neydi?  Bu borcu takım kaç senede ödeyecek?  Kendisinin bu borçla ilgili herhangi bir sorumluluğu var mı? 

Yok değil mi? Varsa birisi söylesin. Ben bilmiyorum. 

Eğer yoksa, o zaman şapkamızı önümüze alıp düşünelim : Taraftar senden başarı bekliyor, transfer bekliyor.  Üstelik bunu da cebinden yap istemiyor ! Oooh ne ala ! Patlat bir transfer, ver kulübün 3 senelik tapusunu !  Gelen öder nasılsa ! Başarı gelmedi mi, e boşver zaten sen yapacağın ismi yaptın, ömürlüğünü de yaptın, borçları da senden alacak değiller, ver istifanı gitsin ! Nasılsa sırada nemalanmayı bekleyen  bir ordu var. 

Beşiktaş en gözümüze soka soka bu duruma düşen kulüp ve çok gündem de olduğu için yazdım. Yoksa bir garezim yok. 
Üstelik, Trabzonspor'un, Galatasaray'ın da onlardan farkı yok. 
Fenerbahçe, bu konuda gelirleri nedeniyle ayrı konumda. Detayını bilemedim için şimdilik yazmıyorum. 

Hal böyle olunca kadronda oldu mu 12 yabancı?   
Hangisini oynatsan dert. 
Gönderemezsin dert. 
Oynatmazsan dert. 
Dert oğlu dert. 

Yabancılarıla ilgili durumu bir önceki yazımda belirtmiştim ama yine bakınca, siz onların yerinde olsanız şöyle düşünmez misiniz? 
Colman :  Yerim garanti. Senede 7-8 maç oynarım yeter. Ya sezon sonunda, ya devre arasında bir transfer söylentisi çıkar. Nazlanırım. Hint kumaşı olarak Trabzon'da devam ederim. 

Vittek: Oynasam da zaten gidiyorum. Oynamasam da gidiyorum. Bir iki maç kendimi gösterirsem iyi paraya imza atarım. 

Sapara : Colman varken bana yer zor açılır. Bir iki maç oynayayım kapağı atayım. 

Alanzinho : Etliye sütlüye karışmam abi. Zaten ufak tefeğim 90 dakika çıkaramam. Böyle arada girip çıkıyoruz iyiyiz. Bi daha nerde bu kadar kazanıcam. 

Cech : Kuş tutsam oynayamam. Koyver gitsin. 

Emerson :  E olm burası iyiymiş tek sol bek benim zaten ! 

Celutska : Biri sakatlansa da oynasak. Zaten az para alıyorum. Gitsem mi yoksa Colman gibi gider gibi yapıp yeni sözleşme mi çaksam ?

Daha uzar ama tadını kaçırmayalım. 

Demem o ki, herşeyi yönetip, her konuya karar veren ama sonuçta bundan hiçbir zarar görmeyen merci nedir, kimdir? Başkan. 

Bütün herşeyin suçlusu anlamında da söylemiyorum. Yanlış yönlere gidilmesin. 

Eğer kulüp başkanları da, aldıkları yaptıkları hatalar sonucunda maddi olarak zarar görmemeye devam ederlerse, ki artık kulüpler başkan parası ile dönmediği için böyle bir durum yok, günümüzdeki sistemle ne Trabzonspor'un ne de Türk Futbolunun durumunun düzeleceği yoktur. 

Kulüplerin tamamını dernek statüsünden çıkarıp, birer şirket olarak profesyoneller tarafından yönetilmezlerse daha çoook ağlarız biz. 

Bu konuyu ilerde biraz daha açmak üzere diyorum...


30 Aralık 2012 Pazar

Kim Gitmeli, Kim Kalmalı?


Bugün ilk devrenin bir değerlendirmesini yapmak istiyordum. Ama zaten şu ana kadar yapılan değerlendirmelerden pek farklı bir değerlendirme olmayacak. Hepimiz takımın halini biliyoruz. Pek çoğumuz istikrarsızlıktan şikayetçiyiz.

Hem kadro olarak hem oyun olarak hem performans olarak.

Bunların pek çok nedeni var tabi ama, bana göre ana sebep olan kadro şişkinliği üzerine gitmek istiyorum. Özellikle de 12 yabancı üzerinde değerlendirme yapmak istiyorum.

Şunu baştan söylemeliyim ki, Şenol Güneş'in işi çok zor. Bu kadar oyuncuyu yönetmek akıl işi değil. Özellikle de orta alanda bu kadar yığılma varken.

Sadri Şener'i en çok eleştirmemiz gereken yön de burası.

Şimdi önce elimizde kimler var bakalım :



İşe maddiyat ve performans açısından bakarak, kimler gitmeli kimler kalmalı sorusuna cevap bulmaya çalışacağım.

Forvetten başlayalım :

Janko : Henüz beklediğimiz performansa ulaşamadı. 2.5 sene daha sözleşmesi var ve bu sözleşmesi boyunca, maaş artışları ve ekstra primleri saymazsak, Trabzonspor'dan sözleşmesinin sonuna kadar toplam 2.7 milyon Euro alacak. Yukarıdaki tabloya göre, yıllık ücreti en yüksek yabancılardan biri. Şimdiye kadar aldığı parayı hakedecek bir performans sergilemedi. Bunun bana göre iki ana sebebi, sürekli oynamaması ve takımın oyun düzeninin ona göre olmaması.
Yine bana göre, Janko tek forvetli oyunun forveti değil. Bu yüzden eğer Trabzonspor 4-4-2 oynamayacaksa, ya da son zamanlarda gördüğümüz gibi santraforsuz oynayacaksa, Janko'nun gönderilecekler listesinde olması gerekir.

Vittek : Sözleşmesi sezon sonunda bitiyor. Hiç oynamayan oyunculardan biri. Oynadığı maçlarda da bir varlık gösteremedi. Sakatlık problemi yaşamasa bir ihtimal takımın santraforu olabilirdi, ama zamansız sakatlığı onu takımın bir parçası olmaktan uzaklaştırdı. Bence kalan 6 ayda, santrafora ihtiyaç olduğunda kullanılmak üzere kalabilir. Yıllık ücreti yüksek olmasına rağmen bunun yarısı verildi zaten. Üzerine para verip kimse almayacağına göre sezon sonuna kadar takımda kalabilir.

Henrique : Hakkında ne yazacağımı bilemediğim oyunculardan biri. 3.5 yıl daha sözleşmesi var. Bu süre boyunca 2.5 milyon Euro alacak. Henüz 23 yaşında. 2 maç arka arkaya kendine hayran bıraktı. Sonra takımla birlikte yatışa geçti. Şu bir gerçek ki, gösterdiği performansa göre, Henrique'den golcu forvet yerine yaratıcı forvet olarak faydalanmak daha akılcı. Ancak takım oyuncusu olmayı öğrenmek zorunda. Eğer takım 4-4-2'ye dönecekse, o zaman Janko'nun yanında ikinci forvet olabilir. Tek forvetli oyunun, tek forveti değil. İleriye top taşıyabilen, fizik olarak güçlü ve topu saklayıp ilerde tutabilen bir oyuncu olarak faydalanılabilir. Sürekliliği olan bir oyuncu haline gelirse kendisine verilen 4 milyon Euro bonservis boşa gitmemiş olur. Bugünkü hali ile ise, kesin gitmeli.

Benim düşünceme göre, genç olduğu için sezon başındaki kamp sonuna kadar takımda kalabilir. Bu süre içinde top taşıyan bir oyuncu olarak sürekliliği sağlanabilirse kalmalı, aksi takdirde gitmeli.


Ortasaha ile devam :

Colman : 3.5 sene daha sözleşmesi var ve bu süre içinde yaklaşık 3.8milyon Euro alacak. Colman'ı herkes beğeniyor. Ben çok uğraşıyorum, beğenemiyorum. Takımın en çok top kaptıran oyuncularının başında geliyor. Bu kaptırmaların büyük çoğunluğu takımı atağa çıkarırken olduğu için genelde rakip adına ciddi tehlikelerin başlamasına sebep oluyor. İşe para ve performans olarak bakınca son 2 senedir Colman takımın iyilerinden değil. Ben Colman'ı bu kadar da beğenen varken, giderken üzerine para alınabilecek oyunculardan olduğu için gidecekler tarafına koyuyorum.

Zokora : Takımın en çok kazanan yabancısı. Menejer ücreti ile birlikte 6 milyon Euro'ya maloldu. 2.5 sene daha sözleşmesi var ve bu süre içinde 3.8milyon Euro daha alacak. Takıma sağladığı katkı ile kalacaklar listesine, maliyetine rağmen soru işareti olmadan koyacağım ender oyunculardan.

Alanzinho : 1.5 yıl daha sözleşmesi var ve bu süre içinde yaklaşık 1.3 milyon Euro alacak. İstikrarlı bir performansı olmadı hiç. Ama takımın ileriye gitmekte, pozisyon bulmakta zorlandığı pek çok maçta kurtarıcı oldu. Sonradan oyuna girerek yaptığı ve yapabileceği katkılar nedeniyle takımda kalması gereken bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Ama bir 11 oyuncusu değil. Artı iki kısmında değerlendirilebilecek bir oyuncu.

Adrian : En yüksek bonservis bedeli ile gelen oyuncu olma özelliğini taşıyor. En yüksek ücret alanlardan olmasa da kalan 3.5 yıllık sözleşme süresi içince yaklaşık 2.8 milyon Euro alacak. Adrian fiziksel olarak güçlü olduğu sürece takım içinde olması gereken bir oyuncu. Kalması gereken oyunculardan biri. Ancak ve ancak Şenol Güneş'in sistemi içinde düşünmeyeceği bir oyuncu olarak belirlenirse, para getireceği için satılabilir.

Sapara : Takımın bonservis olarak en uygun maliyetli oyuncularından biri. Kalan 1.5 yılı için yaklaşık 1.2milyon Euro alacak. Aslında maliyeti uygun olmasına rağmen, bugüne kadar ki performansı ve ortasahadaki kalabalık yabancı nüfusu nedeniyle gidecekler arasına koymamız gerekiyor.

Ve son olarak Defans :

Sol Bamba : Son yıllardaki en faydalı transferlerden biri ve üstelik hem bonservis olarak hem de yıllık maliyet olarak bakıldığında fiyat performans oranı en yüksek oyuncu. Performansını sakatlıktan sonra da devam ettirebilirse, en faydalı yabancılardan biri olur. 4.5 yıl daha sözleşmesinin olması ise performansını sürdürürse büyük avantaj.

Emerson : 1.5 yıl daha sözleşmesi var ve bu süre içinde 1.2 milyon Euro alacak. Akıllı bir sözleşme ile transfer edilmiş, uzun zamandır defansın sol tarafındaki sıkıntıyı gidermiş gibi görünüyor. Bu performansı ve maliyeti ile kalmalı diye düşünüyorum.

Cech : 1.5 yıl sözleşmesi daha var ve o da Emerson gibi bu süre içinde 1.2 milyon Euro alacak. Performansı gönderilmesini gerektirecek kadar kötü olmasa da, yabancı fazlalığı göz önünde bulundurunca gitmesi gereken oyunculardan biri oluyor.

Celutska : 23 yaşında, maliyeti en düşük yabancı oyuncu. Defansın joker elemanı. Artı iki de Alanzinho'nun yanındaki kişi olmalı. Biraz daha gelişebilirse, kendine takımda yer bulabilir. Kiralık olarak, sürekli oynayabileceği iyi bir yabancı takıma gitmesi daha faydalı olur düşüncesindeyim.

Şimdi özetlersek, takımın aynı şablonda, santraforsuz veya tek forvet oynayacağını düşünerek bana göre,

Gitmesi gerekenler : Janko, Henrique, Colman, Sapara, Cech.

Kalması gerekenler : Zokora, Adrian, Sol Bamba,

Kiralık gidecek : Celutska

Kalsa da olur gitse de : Alanzinho, Emerson, Vittek

Bu durumda toplam yabancı sayımız, sezon sonunda Vittek'in de sözleşmesi bittiği için 7'ye inmiş oluyor.

Kalanlara bir bakalım :
Defansta : Emerson, Bamba, Celutska
Ortasahada : Zokora, Adrian, Alanzinho

Bir de gelecek oyuncu var. Bunun da forvet olması açık ve net. 

Gitmesi gereken oyuncuların sözleşmeleri bitene kadar Trabzonspor'dan alacakları garanti para toplamları yaklaşık 11.5 milyon Euro. Çok bir anlam ifade etmese de, Transfermarkt'taki toplam piyasa değerleri ise toplam 22.5 milyon Euro. Bu oyuncular doğru değerlendirilirse, toplamda en az 5 milyon Euro bonservis bedeli alınabilmesi gerekir.

Böylece forvet transferi için bütçeye ek yük getirmeden 5 milyon Euro bonservis parası ve 3 yıllık bir sözleşmede her yıl için 2 milyon Euro kaynak bulmuş ve yıllık ücretlerden de 5.5 milyon Euro tasarruf yapmış oluyoruz.

Yalnız benim düşüncem bu operasyon için acele edilmemesi. Acele edip oyuncuları biran önce göndermeye çalışmak, alınacak bonservis bedelini düşürecektir. Onun yerine, oyuncular için bir pazarlama süreci geliştirilmeli. Bu oyuncular, kupada, kendi evimizdeki maçlarda oynatılmalı, performansları yükseltilmeli ve değerlendirilmeli. Aksi takdirde giderken üste bir de para vermek durumunda kalabiliriz.

Baştan dediğim gibi işe parasal açıdan baktım. Duygusal olarak değerlendirme yapsam daha farklı olabilirdi. Taraftarlık duygu işi olsa da, takımı duygularla yönetemeyiz. Takım için faydalı olan neyse o yapılmalı. Bunu yapabilmek için de, rakamları göz önüne koymak gerekiyor.

Değerlendirmeyi yaparken sadece yukarda yazdığım rakamlardan faydalanmadım. Maç istatistikleri, oynanan maç sayısı vb gibi rakamlardan da faydalandım. Mümkün olduğunca bilimsel bir çalışma olmasına gayret ettim.

Bu çalışma sonunda çıkardığım, kendimce sonuçlardır. Beğenen beğenmeyen olacaktır. Duygusal yaklaşan olacaktır. Yapmaya çalıştığım kimseye akıl verip işini öğretmeye çalışmak değil. Kendi değerlendirmelerimi paylaşmak. Başta söylediğim gibi Şenol Güneş'in işinin çok zor olduğunu, işin küçücük bir kısmını göstererek, anlamaya çalışmak.   

23 Aralık 2012 Pazar

17. Hafta Trabzonspor : 0 - Galatasaray : 0

İBB maçını sinirden, Eskişehir maçını iş yoğunluğumdan yazamadım. Bu iki maçla ilgili düşüncelerimi belki aralarda bu yazıda, belki de ilk yarının değerlendirmesini yapacağım bir sonraki yazımda bulabilirsiniz.

Maçın ilk yarısından birşey anlamadım. Hem futboldan, hem de uykusu gelen 7 aylık oğlumu uyumaması için uğraşmaktan.

2 kişi eksik oynadık.

Sapara oyunda hiç yoktu. Colman'ın olmadığı maçlarda şansını iyi değerlendiremedi.

Henrique ise beni son 3 maçtır hayal kırıklığına uğrattı. Halbuki bir kaç maçta özellikle Kayseri maçında çok iyiydi. Kredisini son üç maçta tüketti diye düşünüyorum.

İlk yarıda Zokora ortasahada defansif anlamda yalnız kaldı. Bunun sonucunda da, Galatasaray topa sahip olan taraftı. Buna rağmen iki-üç pozisyon dışında varlık gösteremediler.

Sapara ve Adrian defansif olarak olmayınca, hücum hattında olmalarını bekliyorsunuz. Ama Sapara o tarafta da yoktu. Orda da Adrian yalnız kaldı.

Sapara ve Henrique'nin yerine giren, Alanzinho ve Aykut doğru tercihler oldular. Oldular olmasına da, bu değişikliklerin geç olması bana göre Trabzon'u olası bir galibiyetten etti. Bu iki oyuncu girdikten sonra Zokora defansif anlamda, Adrian da ofansif anlamda rahatlayıp, daha etkili oldular. Nitekim son 10 dakikaya kadar Trabzon'un " Bu da kaçar mı " dedirtecek pozisyonu yokken, uzatmalarla birlikte 13-14 dakikada arka arkaya pozisyonlar buldu Trabzon.

Burak'a da bir parantez açmak istiyorum. Ona yapılan muameleyi haketmediğini düşünüyorum. İki sezon üst üste çok iyi oynayıp, rekor sayıda gol atıp gitti bu takımdan. Gitmesi de en başta yönetimin hatasıdır. Burak gelirken kimse ondan böyle bir golcü olmasını beklemiyordu. Belki de 5 milyon Euro o zaman için çok yüksek bir rakamdı. Ama sözleşmeyi yenilerken o  rakam sadece yurtdışı transferlerinde geçerli olacaktır ve gideceği takımda da ilk transfer hakkı Trabzon'da olacaktır maddeleri  eklenmiş olsa, bugün Burak hala Trabzonspor'un oyuncusu olurdu.  Benim bile düşünebildiğim bu iki madde eksikliği yüzünden kaybedilmiş bir oyuncu için, oyuncunun kendisine tepki göstermeyi anlamsız buluyorum. Burada takımın avukatları ve yönetimin hatalarını görmek ve tepkileri doğru yere göstermek gerekiyor.

Burak vefasız bir adam olsa, bugün Trabzon'un sahasını birkaç maç kapattırabilirdi. Onun eline bu fırsat birkaç kere geçti. Belki de yine kapanır bilemiyorum tabi. Gözü dönmüş taraftarlar Giray'ı bile sakatlıyordu neredeyse. Bu tepki kime ve neye? İyi düşün taraftar ! Yanlış yere gösteriyorsun tepkini...

Oyuna dönünce, ortasaha mücadelesi olarak geçti diyeceğim, ortasahada pek durmadı top. Galatasaray oynadı diyeceğim, oynamadı. Trabzon oynadı diyeceğim o da değil. Pek tadı tuzu yoktu maçın. İki takımda yenilmeyelimi düşünmüş önce.

Yine de doğru seçimler yapılmış olsaydı, Trabzonspor'un şansı daha yüksek olabilirmiş.

Anlayamadığım bir değişiklik, maçın son 15 saniyesinde Halil - Emre Güral değişikliği. Niye yapıldı bu değişiklik ben çözemedim.

Bu maçla beraber Trabzonspor'un devre arasındaki ödevleri de daha net olarak ortaya çıktı :
- Hızlı paslaşma
- Kısa pas
- Kontratak
- Korner
- Ölü toplar
- Hareketli oyun

Bunları ilk yarıyı değerlendireceğim yazımda daha detaylı yazacağım.

Yine bu maçla beraber, bu takımın iyi hazırlandığı ve konsantre olduğu zaman kafaya oynabileceğini tekrar gördük.

Kadrodaki fazlalıklardan kurtulmuş,  ödevine iyi çalışmış bir takım ile moral ve motivasyonu yüksek Şenol Güneş ve Trabzonspor, ikinci devrede süpriz yapabilir.

Hakemlerin de daha formda olduğun bir ikinci yarı dileyelim ilk yarının son yazısını bitirelim.

13 Aralık 2012 Perşembe

Kupa Maçı : Kasımpaşaspor - Trabzonspor

Maç uzatmalara kaldı. Ama sonuç yazacaklarımı değiştirmeyecek. Bu yüzden maçın sonunu beklemeden yazmaya karar verdim.

Turu haketmedi Trabzonspor.

Kanser oldum...

9. dakika pozisyon yok. Çok kötü bir ölü top. Defans yine yok.

Gol.

Sonrası artık klasik. Trabzon'a karşı iyi kapan. Fiziksel olarak mücadele et. Kontratağa çık. İş tamam.

Karşısında 4 gün önceki istekli takım olmayınca, pozisyon bile bulamadı Trabzon.

Tamam, ilk yarıda bir golünü hakem yedi. Çok büyük hata. Ama pozisyon bulunmaz mı yahu bir tane de.

Uzaktan şut denemez mi?

Madem pozisyon bulamıyorsun, az biraz hareketlenip, ölü top kazanmaya çalışmaz mı?

Yok...  Galatasaray'a karşı da bunlar oynamış, sanki bu ikinci maçları...

Uzatmalar başladı şu anda. Takımın durumu, ortasahada defansif kimse yok. İşi çok zor Trabzon'un.

Turu geçse de 90 dakika boyunca haketmediler. Kasımpaşa haketti mi? O da etmedi. Uyudum.

Olmadı bu maç hiç olmadı.

9 Aralık 2012 Pazar

15. Hafta Trabzonspor : 1 - Kayserispor : 1

Skorları başlığa yazmak ilerde hepimiz için daha iyi olur diye bir uyarı aldım takipçilerimden.

İlk uyarıyı hemen uygulayıp, yenilerine yol açayım istedim :))

Bugün kızımın maça pek ilgisi olmadı. Yanında arkadaşı olunca sattı bizi. Taraftarlığın böyle olmayacağını anlattım ama ben bitirdiğimde " Artık Ece'yle oynamaya gidebilir miyim?" oldu cevabı :)

Arkasından "Bari maç kaç kaç biter onu söyle" dememe rağmen, koşturarak arkadaşının yanına gitti.

O zaman iş bize kaldı diyip, yoğun bir konsantrasyonla maçı izlemeye koyulduk. İlk birkaç dakika iki takımın birbirine üstünlük sağlamaya çalışmalarıyla geçse de Trabzonspor'un oyuna biraz daha iyi başladığını söyleyebilirim.

İlk onbiri görünce, maçın zevkli geçeceği yönünde oldukça ümitlendim. Ancak golü yiyene kadar pek beklediğim gibi gitmedi oyun.

Bir büyüğüm bana ara ara ders vermek niyetli " Şeytan detayda saklıdır. " der.  Gerçekten öyle. Sahadaki onbir, yetenek ve kapasite olarak son derece üst seviyede, rakibin genç ayaklarına karşı tecrübesiyle işi bitirir gibi görünüyordu.

Gol pozisyonundan hemen önceki pozisyona bakınca şeytanı görüyoruz : Sol kanattan atağa çıkmaya hazırlanan Olcan, ona müdahale edip topu kapan Salih. Ardından rakipten topu almak yerine hakeme dönüp, ellerine kaldıran Olcan, hiç oralı olmayıp topun peşine giden Salih.

İşte o top gidip bir duran topa dönüştü ve duran topun sonucunda golü yedik. Golde de, tamam kesilen orta gerçekten güzel ama, Trabzonspor defansının, üç rakip oyuncuyu birden o topa vurabilecek pozisyonda boş bırakmasına ne demeli?  Topa vuran Salih'i marke etmesi gereken kişi kimdi? Emerson mu yoksa, Mustafa mı? Bana kalırsa boy avantajı nedeniyle ve adam adama markaj yerine, alan markajı  düşünülürse Mustafa olmalı. Ama görebildiğim kadarıyla Mustafa adam markajında ve adamı almış onu  götürmüş. Emerson önde, Giray arkada kalınca, Salih bomboş golü attı.

Gol yenir. Oraya takılmıyorum. Bundan sonra ilk yarı için yazacaklarımın arasında bu detayları unutmamak için baştan yazmak istedim.

Golden sonra ilk yarının sonuna kadar, izlediğim Trabzonspor, benim hep izlemek istediğim Trabzonspor. Müthiş bir baskı dalga dalga gelen ataklar, kaçan goller ve harika oyun.

İlk defa bu kadar uzun süre takım gibi oynadı Trabzonspor. Gole kadar ortada olmayan Alanzinho da oyuna girdi. İlk yarının sonlarına doğru aklımdan " Herhalde sahadaki yabancılardan ilk defa bu kadar iyi faydalanabiliyoruz" diye geçiriyordum. Daha önceleri oynadığında sahadaki varlığı ile yokluğu pek belli olmayan Henrique bile oldukça iyiydi. Top saklıyor, atak geliştiriyor cezasahasında tehlike yaratıyor, daha önce görmediğimiz bir oyun ortaya koyuyordu.

İlk yarı bittiğinde, "Böyle oynamaya devam edelim, yenilelim" dedim. Sahada görmek istediğim futbol buydu Trabzonspor adına. Tabi bunda golden sonra geriye iyice yaslanan stratejisini gol yemeyip, bir ihtimal kontrataktan ikinciyi bulur, yırtarım olarak belirleyen Kayserispor'un da etkisi vardı. Ama fiziksel olarak diri ve güçlü, hızlı adamlara sahip Kayserispor önünde bu kadar baskılı oynayabilen takımı göz ardı edemeyiz.

Eskişehir maçından sonra Trabzon'u yenmenin formulünü vermiştim. Prosinecki bu formülü okumuş olmalı ki aynen uyguladı :))

Ama bu sefer Zokora ve defans atakları başlamadan, çok iyi yer tutarak Kayseri'nin geliştirebileceği atakları başlamadan bitirdiler.

İlk yarıda takımda aksayan biri yoktu. Ama Halil'in istediği katkıyı sağlayamadığını söyleyebiliriz. Oyundan çıkana kadar gözlemlediğim kadarıyla Halil'in güçlenmesi ve kendine güveninin geri gelmesi lazım. Halil'in Trabzonspor için faydalı bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Ama bugünkü hali ile takım arkadaşlarının gerisinde kaldı. Çok koşmuş olması da bu konudaki düşüncemi değiştirmiyor.

İkinci yarıya da, ilk yarı gibi iki takımda birbirine üstünlük sağlamaya çalışarak başladılar. Yine Trabzonpor ağır basmaya ve pozisyonlar bulmaya başlamıştı ki, Henrique - Yasin değişikliği yaptı Şenol Hoca. Beklemediğim bir değişiklik olduğunu söylemeliyim. İkinci yarıya başlarken ben bir Halil-Emre Güral veya Halil - Yasin değişikliği bekliyordum. Ama Henrique gol atamamış olsa da takımın en iyilerinden biriydi ve özellikle ikinci yarıda bulunan 2 pozisyonun da içinde vardı. Fiziksel olarak da bir sıkıntısı yok gibiydi. Yasin de Gençlerbirliği maçındaki performansı ile süpriz bir golcü olabilir diye düşündürmüştü. Fakat sanırım Şenol Hoca'nın da planı tutmadı. Yasin son derece etkisizdi. Oyuna girdikten 5 dakika sonra etkili olamayacağını belli etti. Ben Şenol Hocam'ın ikinci değişiklik için 15 dakika beklemesini de garipsedim. Yasin'i geçen hafta etkili olduğu sol kanada alıp, Halil'i sağa çekebilirdi. Sonra gelen Alanzinho - Vittek, Halil - Emre Güral değişiklikleri de pek etkili olamadı. Trabzonspor'un golündeki Vittek'in pozisyondaki inadını ve assistini saymazsak.

Golden sonra ise, fiziksel olarak oyundan düştü Trabzonspor. Bu nispeten anlaşılabilir olsa da, fiziği iyi olan Henrique yerine oyundan düşen Adrian'ın çıkması, belki Sapara ile yine ileriye top taşıyabilecek bir oyuncunun sahada olması daha iyi olabilirdi. Golün motivasyonu ile, ilk yarıdaki baskıyı kurup, ikinci golü bulacak bir Trabzonspor beklerken, maçı bitiren bir Trabzonpor olmamalıydı sahada.

Taktik anlamdaki düşüncelerim beni bağlar tabi. Şenol Hoca gibi bir tecrübenin değişiklikleri yaparken benden daha fazla şey düşündüğüne eminim. Yine de farklı bir bakış açısı getirebilmek niyetim. Yoksa Şenol Hocam'ın yaptıklarını sorgulamak haddime değil.

Serkan'dan bahsetmeden bitirmek istemiyorum. Zaman zaman Serkan'ı eleştirebilirim. Ama bu akşam ki Serkan'ı hep görmek istiyorum. Uzatmalarda dahi rakibin peşini bırakmayan, mücadele gücü üst seviyede, maça iyi konsantre olmuş ve kazanmayı arzulayan bir Serkan. Tüm takımı bu şekilde görmek istiyorum. Kapasiteleri her maçı kazanmaya yeterli değil. Önemli olan bu değil. Maçın her anında mücadelenin içinde olmak, sürekli ileriyi ve kazanmayı düşünmek istediğim.

Olcan'ın eksik olarak gördüğüm yönü de bu. Maç içinde hırslı ve çok yararlı olduğu zamanlar oyunun büyük bir bölümünü kapsıyor. Ama birkaç an var ki, şeytanın detayda saklı olduğu, işte bize gole mal oluyor. Aynı şey Mustafa'da da var. Öyle zamanlarda yerde kaldı ki, bize ikinci gole mal olabilirdi.


Herşeye rağmen, tadı damağımda kalan bir takım izledim bu akşam. Özellikle ilk yarı. Alanzinho, Adrian fiziksel olarak daha güçlü olabilseler, ikinci yarı da aynı tempo sürdürülebilirdi sanıyorum. Bugünkü oyun için takımı tebrik ediyorum. Artık böyle oynayabildiklerini gördüğüme göre, her hafta ilk yarıdaki oyunu bekliyorum :))

3 Aralık 2012 Pazartesi

14. Hafta Gençlerbirliği - Trabzonspor

"Baba, bu kırmızı siyah spor hangi spor? "

" Gençlerbirliği babacım "

"Hmmm. 4 gol atarız di mi?"

" İnşallah "

Maça başlarken 6 yaşındaki kızımla yaptığımız konuşma :)

Bundan sonra tüm maçların başında  " Kaç gol atarız ? " diye kızıma soracağım.

Oyun olarak bakınca, 4-0'lık bir oyun yoktu aslında. Ama eminim yarın ki yorumların çoğunda skor yazarlarımız Trabzonspor'a methiyeler düzecekler.

Kötü müydü Trabzonspor ? Hayır tabi ki değildi.

4-0'lık skoru hak edecek kadar iyi miydi? O da değildi.

Maçın başında birbirini tartıp, fiziksel olarak üstünlük kurmaya çalışan iki takım vardı. Dengeyi 4. dakikada gelen korner golü bozdu. Sadece skor olarak. Oyun olarak pek birşey değişmedi.

Topu ayağında tutup, pas yapan bir Trabzonspor gördük. Paslar sürekli yana ve geriye olunca oyunda bir gelişme olmadı. Gençlerbirliği de topu aldığında dağınık bir şekilde hücuma çıkınca etkili olamadılar.

18. dakikadaki kırmızı kartla, oyun olarak denge bozulur diye düşündük. Ama olmadı. Yine yanlara ve geriye paslarla zaman geçirdi Trabzonspor. Gençler de geride iyi  kapanıp alan bırakmayınca kısır bir maç seyrettik ilk yarı. Trabzonspor'un ilk yarıdaki tek organize atağında gol geldi. Maç da Trabzonspor adına kolaylaştı.

" Baba, bizim sporun karşısındaki sporun adı neydi?"
" Gençlerbirliği babacım "
" Gençlikbirliği Trabzonspor'a ayıp yaptı di mi babacım? Yapmaması gerekir di mi?"
Bizim kızın kırmızı kart yorumu.

Böyle bir skordan sonra belki söylenmez ama ben Colman'a uzun zamandır taktım arkadaş. Gole kadar iki güzel atağa çıkardı bizi. Sonra 4. dakika itibari ile durdu. Her topu yana ve geriye. Sen Trabzon'u atağa çıkaracak adamsın kardeşim ! Tam tersine köstek oldun takıma. Şenol Hoca'da aldı seni yarıda tabi. Ama bu maç değil ki sadece. Faydalı olduğun maçlar çok gerilerde kaldı. Kendini toparlayacağından ümidi kestim artık. Colman'la ilgili yorumlara bakınca ben futboldan anlamıyorum diye düşünüyorum. Gerçi anlıyorum diye bir iddiam da yok zaten. Gördüklerimi anlatıyorum.

"Genişbirliği, sıfır di mi hala? Niye düştü o spor? Trabzonspor yardım etmese kalkamazdı di mi?

İkinci yarıda da pek bir değişiklik olmadı oyunda.  57. dakikada 3. gol geldi.

Birinci gol, kornerden....

İkinci gol, 43. dakikada Trabzonspor'un tek organize atağından...

Üçüncü gol, serbest vuruştan...

" Babacım Güçlükbirliği, iyi takım ama di mi?"

3. golle beraber Gençlerbirliği de uyandı. Herhalde yeter artık diyip, sağlı sollu kanatları kullanarak Trabzon'un üstüne gelmeye başladı. 10 kişi ile maç 3-0 olmadan böyle oynasaydı Gençler, maça ortak olabilirdi. Tabi Trabzonspor'un 3-0'la beraber maç bitti diye düşünerek geriye çekilmesini de buna en büyük sebeplerden biri.

" Baba Güçlerbirliği, hala sıfır.  Bizim kalecimiz çok iyi di mi?"
" Evet babacım adı Onur."
" Öbürsporun kalecisinin adı ne?"
" Ramazan."
" Ramazan kötü kaleci mi? "
" Hayır babacım bugün şanssız"

Yasin'in şık golü ile maçın skoru da belli oldu. Gençler iyice oyundan düştü ve Trabzonspor arka arkaya ataklar geliştirmeye çalıştı.

Sıkıcı, beni uyutmak üzere olan oyun en azından biraz hareket kazandı.

"4-0'dan memnun olmayacaksan neden olacaksın be adam?"  diyebilirsiniz. Ben Trabzonspor'un heyecan yaratan bir oyun oynamasını, dalga dalga rakibi bunaltıp, nefes aldırmayıp, boğmasını bekliyorum. Bunları yaptığı zaman kazanması şart değil. Ruhu yakalaması, oyunu oynaması önemli. Benim için oyun, risksiz ve hareketsiz oynayıp, yana, geriye paslarla top çevirmek değil. Bu tip oyunu Trabzonspor'a yakıştıramıyorum. Olay bu.

Yoksa 4-0'lık galibiyet tabi ki memnun etti.

İlk gole kadar, takımını isteği de iyiydi. Önde basmaya çalıştılar ve genelde oyuna hakim olabildiler. Bunda 4-6-0 gibi bir dizilişle sahaya çıkmanın da etkisi vardı. Sahada tipik bir santrafor olmasa da Halil ve Henrique ile pozisyona göre tek veya çift forvetli bir dizilişe geçebilen esnek ve çok yönlü bir takım vardı sahada. 4. dakikada gol, 18. dakikada kırmızı kart gelmese muhtemelen daha zevkli bir maç izleyebilecektik. Bundan dolayı memnun olamıyorum Trabzonspor'dan. Potansiyeli görebiliyorum çünkü.

Yazıyı yine kızımın yorumu ile bitireyim : " Babacım, keşke Eskispor'u da yenseydik di mi?"
Baban yesin seni !